ANA SAYFA
     YENİ ANKETLER
     FOTOĞRAFLARIMIZ
     ibrahim başak
     KPSS NOTLAR VE ÖZETLER
     ÖDEV ARIYORUM
     KİTAP ÖZETLERİ
     İZ BIRAKANLAR
     TARİH
     COĞRAFYA
     EDEBİYAT / EDEBİYATÇILAR
     SANAT TARİHİ
     SİYASİ DÜŞÜNCE TARİHİ
     TÜRKÇE / TÜRK DİL BİLGİSİ
     ŞİİRNAME
     ATASÖZLERİ
     FIKRALAR
     ÇOCUK MASALLARI
     TÜRK BÜYÜKLERİ
     TÜRK DESTANLARI
     KEŞİFLER / BULUŞLAR
     MAKALELER
     BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ
     ÖZEL MESAJLAR
     VİDEOLAR
     GÜLMECE
     ÖĞRETMENLERİMİZ İÇİN
     ÇOCUK VE AİLE EĞİTİMİ
     BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR
     SORU BANKASI
     AKTÜEL HABER - YORUM
     SİTENİZİ EKLEYİN
     ZİYARETÇİ DEFTERİ
     Şanlıurfa
     Merkez Yardımcı Köyü"
     EKLENEN DOSYALAR
     Farkı Görebilmek
     Merhamet
     Padişahın Kızına Âşık Çoban‏
     Güzel Gören Güzel Düşünür...
     Unutmak
     Meger Sahipsiz Degilmisiz




“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez...Toplu vurdukça sineler onu top sindiremez" - Merhamet


Merhamet!.. Merhamet!..

   Müminlere imdada yetiş merhametinle

Mülhidlere lakin daha çok merhamet eyle  diyor büyük şairimiz  M.Akif.

Şairimizin dizelerinden yola çıkarak MERHAMET üzerine tefekkür edelim istedik siz değerli dostlarımızla.Ve tabi konumuzla ilgili birbirinden değerli yazarlarımızın, şairlerimizin satırlarını sizlerle paylaşacağız bu sayfada.

Ve yolculuğumuzun ilk konuğu İskender Pala... Şöyle başlıyor Merhamet başlıklı yazısına yazarımız:"Acımak bir derttir çoğu zaman, derdi acıya yığar."Ve devam ediyor:" Mahlukun acıması dertten doğar da, Halik merhametiyle sevince boğar. Merhamet ok ok yürekler kanatır yaratılanda; merhamet eseri olarak yağmur yağmur sevindirir kulunu Yaratan da. Merhamet bir gözyaşıdır, gözyaşı dökende merhamet sicim sicim; merhametini rahmet rahmet dağıtınca Rahman ve Rahim, elbet annenin yavrusuna merhametinden çok ötedir, hem çok kerîm!.. Kışın mağaralarında barındığı dağlara da, güneşin sessiz vadilerde kavurduğu çağlara da; toprağın yarıldığı kuraklıklara ve yolları yollara bağlayan aklıklara da eşittir merhamet. Güneş ışığını yayar gibi, ay nurunu salar gibidir. Ozanların sözcüklerinde içli mânâlar yüklenir, kanadı kırık kuşun yarasını sardıkça büyüklenir. Dudakları açlıkla kızarmış bebelerin de, şahmaranları cangıllara resmeden perdelerin de sınavı merhametle olur. Toprağı deşerken saban da, garibi büyütürken yaban da merhamet damıtır. Bazan o, yaşayamadan ölenlerin ve ölmek için doğanların uykusuz kirpiklerine sığınmak ister de kapı bulamaz; bazan da zaman saatini geriye almak isteyenlerin bahar şarkısına girmek için yapı bulamaz. Yumurtanın içinden çıkan yavru kuşun ıslak tüylerini kurutmasaydı ve son durak göz mesafesine girince en derin uyku gözleri tutmasaydı nerden bilirdik ki merhameti.

Göç etmeye korkan güvercinleri yuvadan merhamet uçurur, umutlarına yaslanan mahkumların yürekleri gözlerine merhamet vurur. Ve durdukça durur kandil gecelerini aydınlatan karlarla sevgi sevgi uzayan katarlar. Kutlu kaftanlar giyinmiş kaknuslar gibi; bağbozumu avuçlarda gülyağları, lotuslar gibi... Hem aşk olur hem hüzün; aşkı olanın hüznü olur belki, belki hüznü olanın aşkı da kemale erer, olur diye. Güvercin kanatlarında yedi iklime ulaşan muştuların tadıdır bazan; bazan da namluya sürülmüş kurşunların en kızıl yerinden vurduğu zulümlerin adıdır.

          Erhamürrahimînden bir gizli lûtuftur merhamet. Kara gecede kara çul üzerinde yürüyen karıncanın ayak sesinden daha gizli; ve Hızır ile yola çıkan Musanın üç kez sınanışından daha gizli. Evrenin göğsünden sağılan bir güzelliğin oyasıdır ve çatlamış dudaklara ulu kelimelerle söylenen şarkıların en hasıdır. Akılları tesbih tesbih düğümleyen suya düşmüş bir karanfil kadar mahzun, ve ilk akşamda acısı saplanan açıklamalı geceler kadar uzun. Belki göklerin ufak ve evrenin uzak kaldığı hüzünlerin panzehiri; belki üşüten fırtınaların sürüngen dertlerini bölen ve çarpan sevinçlerin kesiri. Gırtlaklarda düğüm düğüm hecelerin ve yüreklerde boğum boğum gecelerin hem efendisi, hem esiri. Kar vakti yalınayak bir yetimin dizlerinde derman; göyneksiz ninelerin ürkütülmüş sevecenliğinde ferman... Merhametin adı, şirazesi dağılmış elyazması kitapların sayfalarında yazılı kaldı ve merhamet menkıbelerinin dağıldı meclisleri, babları, fasılları ve yekpare cümleleri. Divanların arasında kurutulmuş narin kelebekler gibi şimdi merhamet, ve kanatlarında ihanete açılan gizli günahlarla desenlenmiş. Zembilde kurutulmuş güllerin ve sergende saklanan sünbüllerin; buhurı Meryem kokan ellerin ve hüsni Yusuf söyleyen dillerin hasret kokan daüssılası. Aynalı beşiklerde uykuya dalmış ilmek ilmek hıçkırık, yumak yumak ayrılık... Merhamet, koyu renkler ve karmaşık desenlerin ötesinde görülen yalın bir kent kurmaktır... Surları özveriden örülen bir kent. Kötülük üşümeye mahkum olur merhametle yanarken damarda kan; ve merhametsiz insanları lanetle anar zaman. " 

Günün birinde buluttan bir damla yağmur düştü. Koskoca okyanusa… Damla denizin genişliğini görünce utandı. Şu deniz denilen yerde ben kim oluyorum. Eğer deniz bu ise gerçekten ben hiçim, dedi. Damla kendisini hor görünce… Sedefin biri onu koynuna aldı. Seve seve besledi sonunda bu sevgi o bir damlayı padişahlara yaraşan ünlü bir inciye çevirdi… Görünmeyen sevgi o damlayı içinde eritti. Görünür inci oldu. Taçlara konmak için… Sedef gurur duydu yaptığı işten… Kendiside nadide eşyalara fırlayarak kakıldı. Rahleleri, saray kapılarını süsledi… Aza kanaat eden sedefin içini de ALLAH inci ile doldurdu...

Biz kullarına verdiği bütün nimetler için merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimize ne kadar hamdü sena etsek herhalde yine de hakkını ödemiş olamayız. Rabbimizin bizden istediği nimetlerine şükür ve bu nimetlerin kimden geldiğini hiç unutmamak.  Hayata ve verilen nimetlere gülen gözlerle bakabilmek. Güzel görüp güzel düşünmek ki güzel söyleyebilmek. Dergilerden birinde bir hikâye ilişti gözüme. Çok hoşuma gitti. Hikayenin başlığı da ilginçti. Başlık: Simsiyah Bir Duvar :

Aynı kalp rahatsızlığıyla aynı kaderi paylaşan iki yaşlı adam aynı odayı da paylaşıyorlardı. Tek fark biri cam kenarında diğeri ise duvar dibinde yatıyordu. Cam kenarındaki yaşlı adam her gün camdan bakarak arkadaşına dışarısını anlatırdı:

"-Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgâr var sanırım cünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgarla doluyor. Park bu sabah sakin, iki salıncak dolu iki salıncak boş, dünkü sevgililer yine geldi, ayni yere oturup konuşmaya başladılar, elele tutuştular, ne kadarda yakışıyorlar birbirlerine. Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış her yer mor bir renk almış, erik ağaçları da beyaz çiçekleriyle onlara eşlik ediyor. Denizin üzerindeki martılar bugünkü yemeklerini arıyorlar, ne güzelde dalıyorlar suya."

Günler böyle geçip gidiyordu ta ki cam kenarındaki yaşlı adam kalp krizi geçirene kadar, işte o anda duvar kenarındaki adam düğmeye bassa kurtaracaktı arkadaşını ama şeytana uydu, bunca zamandır sadece dinleyebiliyordu, artık görebilirdi de, işte bunun için düğmeye basmadı ve hemşireyi cağırmadı. Aynı kaderi paylaştığı kişiyi ölüme gönderdi, ama o bunun haklı bir savunma olduğunu düşünüyordu.

Ertesi gün hastabakıcılar ölen yaşlı adamın yerine kendisini koymaya gelmişlerdi. Hemen yatağının yerini değiştirdiler, işte o günlerdir bakmak istediği manzarayı nihayet görecekti. Başını kaldırdı ve pencereden baktı,"Simsiyah bir duvar"

          Merhamet üzerine Hz. Ömer ile ilgili tam tefekkürlük bir olay anlatılır:

"Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki  Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.

Bu söz üzerine Hz.Ömer suçlanan gence dönerek: Söyledikleri doğru mu diye sorar, Suçlanan genç der ki Evet doğru. Bu söz üzerine Hz Ömer; -Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar: Bunun üzerine genç anlatmaya başlar, der ki:

Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanim ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atim var ki dönen bir defa daha bakıyor, hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı, atıma bir taş, attı atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir tas attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret' dedi. Bu söz üzerine Hz Ömer: 'Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam. Madem suçunu da kabul ettin' dedi. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak 'Efendim bir özrüm var' diyerek konuşmaya başladı: 'Ben memleketinde zengin bir insanim, babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Simdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkini zayi ettiğiniz için Allah (cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum' der.

Hz. Ömer dayanamaz der ki: -'Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki? Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki: 'Bu zat benim yerime kalır.' O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As' dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr'a dönerek, Ey Amr, delikanlıyı duydun' der. O yüce sahabi Evet, ben kefilim' der ve genç adam serbest bırakılır. Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As'a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve 'babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz' derler. Hz. Ömer der ki: 'Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim.' Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki: Biz de sözümün arkasındayız.'

Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek derki evladim gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin? ' Genç vakurla başını kaldırır ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan) 'AHDE VEFASIZLIK ETTI' demeyesiniz diye geldim der.Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr Ibni As'a der ki: 'Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu onun yerine kefil oldun'. Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razı olsun,
-'Bu kadar insanin içerisinden beni seçti.'INSANLIK ÖLDÜ 'dedirtmemek için kabul ettim' der. Sıra gençlere gelir, derler ki: Biz bu davadan vazgeçiyoruz.' Bu sözün üzerine Hz Ömer: Ne oldu, biraz evvel 'babamızın kanı yerde kalmasın' Gençlerin cevabi da dehşetlidir: MERHAMETLI INSAN KALMADI' DEMEYESINIZ DIYE.

            Şeyh Edebali, Osman Bey'e Nasihati'nde Osman Bey'e buyuruyor:

"Oğul!

İnsanlar vardır; şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Avun oğlum avun!. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın, ama nerede nasıl kullanacağını  bilmezsen sabah rüzgarında savrulup gidersin... Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün keşfedilmiş sırlar, bilinmeyenler, görülmeyenler ancak senin fazilet sahibi olmanla gün ışığına çıkacaktır. Ananı, atanı say; bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme. Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbetin kalkar, itibar olmaz.Üç kişiye acı :"Cahiller arasındaki alime, zenginken fakir düşene, hatırlıyken itibarını kaybedene.Unutma ki, yüksekte yer tutanlar aşağıdakiler kadar emniyette değildirler." Haklı olduğunda mücadeleden korkma. Bilesin ki, atın iyisine DORU, yiğidin iyisine DELİ derler.

            KAPINDA DİLENCİYİM...

Yoktan var edilen Aslı unuttu

Merhamet ey Şanı Yüce merhamet

Sahte mutlulukla kalbi kuruttu

            Merhamet ey Şanı Yüce merhamet

 

Gökyüzünden rahmet yağar aleme

Yeryüzünden şer yükselir sinsice

Teraziden denge kalktı gizlice

Merhamet ey Şanı Yüce merhamet

Veren sensin, alan sensin-ler gitti

Muhabbet ve huzur düzeni bitti

Aç nefisler birbirini katletti

Merhamet ey Şanı Yüce merhamet

 Gözler gördüğünü inkar ederken

Sözler ar duymadan belin bükerken

Özler köz misali riya ekerke

            Merhamet ey Şanı Yüce merhamet.

 

Merhametten söz edip de her konuda olduğu gibi merhamet konusunda da insanların efendisi o büyük insanı anmamak elbette olmaz. Peygamberimiz yaratılmış varlıkların en merhametlisiydi şüphesiz. O bütün yaratılanları ama bilhassa çocukları çok severdi. Onlarla şakalaşır, çocukların saçlarını mübarek elleriyle okşar, saçlarını düzeltirdi. Hele öksüz çocuklara çok acırdı. Onlara çok yardım ederdi. Öksüz çocuklara yardım edenleri çok severdi. Bir bayram sabahı yoldan geçerken çocukların oynadığını, eğlendiklerini fakat bir tane çocuğun üzgün, elbiselerinin de eski ve yıpranmış olduğunu gören peygamberimiz Hz. Muhammed Efendimiz hemen o çocuğun yanına giderek niçin üzgün olduğunu arkadaşlarıyla oynamadığını sordu ve onunla hemen ilgilendi. Çocuk niçin üzgün olduğunu neden oyuna katılmadığını, şöyle açıkladı. Anne ve babasının olmadığını böyle güzel bir günde bütün arkadaşlarıyla anne ve babalarının ilgilendiğini kendisinin ise yapayalnız olduğunu peygamberimize anlattı. Peygamberimiz canımız cananımız da hemen o kardeşimize yeni elbiseler aldı. Tertemiz güzelce giyindirdi ve bundan sonra Babanın Haz. Muhammed (s.a.v.) annenin Hz. Aişe olmasını ister misin? Hemen kabul ederek Peygamberimize sarıldı ve sevinçle koşarak arkadaşlarıyla oynamaya gitti. Arkadaşlarına başından geçenleri anlattığında arkadaşları bu çocuğa imrendiler neredeyse biz de öyle olsak demeyi istediler.

          Merhamet ile ilgili pek çok hadis de buyurmuştur efendimiz. Bunlardan hepinizin bildiği en meşhur olanlar şöyle söyleyebiliriz:

"Merhamet etmeyene, merhamet edilmez." "Küçüklerimize merhamet, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir."

           Mevlâna Hazretlerinden rivâyet edilir ki;

Musa Aleyhisselâm bir gün bir yerden bir yere giderken, ilerde bir ağaç altından gelen konuşma sesi duymuş... Merakla o yöne yürümüş...

Bakmış ki bir garip çoban ağacın altında oturmuş, kendi kendine konuşuyor...

Merak etmiş, acaba ne konuşuyor, diye; ve sessizce yaklaşıp dinlemeye başlamış... Şöyle diyormuş garip çoban:

            "-Ey benim güzel Allah'ım!... Ne olurdu şimdi yanımda olsaydın!... Seni sevseydim!... Seni sarsaydım!... Şu koyuncuktan taze taze süt sağıp, sana içirseydim!... Şu gölgecikte kucağıma yatırsam, seni dinlendirseydim!.. Bitlerini ayıklasaydım!.. "Burada sabrı taşmış koca Musa Nebi'nin... Mâlûm, “celâli” meşreptir kendileri... Hemen ortaya çıkmış, yanlışı hazmedememe hâliyle çıkışmış garip çobana:

            "- Behey gafil! Sen nasıl olur da âlemlerin Rabbı olan her şeyden yüce, münezzeh, azametli Allah'ı, alıp süt içirip, hele hele kucağına yatırıp, üstelik bir de bitlerini ayıklarsın! Bilmez misin, Allah için böyle şeyler söylenmez!

            Garip çoban, korkmuş; bilgisizliğinin getirdiği yanlışların altında ezilmiş, büzülmüş; eli ayağına dolaşmış; ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırmış; kekelemiş:
"-Affedersin... Hatamı bağışla... Bilemedim... Ama çok seviyordum da! Ben bir garip çobanım; sadece var Allah'ım! O'nunla oturur, O'nunla kalkar; O'nunla yer, O'nunla yatarım! Tek dostum, sevdiğim, dertleştiğim O'dur!... Duymuştum ki, hep “ben”imleymiş; ben de O'nu, göremediğim yanı başımdaki Dost, bildim de ondan böyle konuştum... Zinhar bir daha demem bu dediklerimi!.. Demek o buralara sığmayacak kadar çok büyükmüş!.. Ya ben, şimdi ne yapayım?"

Musa Aleyhisselâm ona, dua etmesini, namaz kılmasını öğretmiş... Ve yoluna devam etmiş.. Çobanın içinde bulunduğu hâli düşünerek dalgın bir halde yürürken farkında olmadan bir gölünde üzerinde; birden arkasından bir ses işitmiş "Musa! Musa!" diye. Dönüp bakmış arkasına ki, kim sesleniyor diye, ne görsün!... Garip çoban gölün üstünde yürüyor suya batmadan, kendisine doğru! İşte o esnada vahyolmuş Musa' ya...

            "-Ey Musa, tüm varlığıyla bana yönelmiş, benden başka düşüncesi olmayan dostumu benden uzaklaştırdın!.. Aramıza büyük duvarlar ördün!.. Hemen o ördüğün uzaklık duvarını yık, ve bizi birleştir!... Bana böyle kullarım da gerek!"Farketmiş Musa Aleyhisselâm yaptığı işin sonucunu! Hemen dönmüş dediklerinden!... Anlamış, Allah'ın kimine tüm azameti ve haşmetiylekendini tanıtırken, kimine de samimiyet ve sâfiyetine göre tecelli ettiğini... Ve dönüp, demiş bir garip çobana: "-Sen bırak benim dediklerimi de, gene bildiğin, içinden geldiği gibi O'na yönel, o'nunla konuş!... O seninle!. Hattâ senden bile yakın sana!.. Sen bir garip çobansın, nereden bileceksin O'nun haşmet, azâmet ve saltanatını! Gene bildiğin gibi sev, övmeye, hamdetmeye devam et!."

            Ya bir garip çoban gibi, sâfiyet ve samimiyetle O 'nu övüp, O 'na hamdedeceğiz... Ya da, gerçekçi olup ; "HAMD ALLAH'a mahsustur; biz bu konuda âciziz!" deyip, "yok"luğumuzu, "hiç"liğimizi farkedip haddimizi aşmayacağız!... Zira Allah , bilgiçlik taslayıp haddini aşanları sevmez!

Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:"-Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?"Öğrenciler, çok sevdikleri öğretmenlerinin teklifini hiç tereddütsüz kabul ederler."-O zaman", der öğretmen, bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin,"Öğrenciler bunu da yaparlar."-Şimdi yarinki ödevinize hazır olun, yarın hepiniz birer torba ve beşer kilo patates getireceksiniz !!"Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır.Ama ertesi sabah, hepsinin sırası üstünde birer poşet ve patatesler hazırdır.Kendisine meraklı gözler ile bakan öğrencilere, şöyle der öğretmen :

"-Şimdi bu güne kadar, affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, kişinin ismini patatesin üzerine yazıp, torbaya koyun. Bazı öğrenciler torbalarının içine birer ikişer patates koyarken, bazılarının torbası nerdeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine "peki şimdi ne olacak?" dercesine bakan öğrencilere ikinci açıklamasını da yapar."-Bu hafta nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız, yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıralarınızın üstünde, hep yanınızda olacaklar."

         Aradan bir hafta geçmiştir ve öğretmenleri sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikâyete başlar :"-Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor! patatesler kokmaya başladı, vallahi insanlar tuhaf bakıyorlar, hem sıkıldık, yorulduk !!"Öğretmen, gülümseyerek şu dersi verir öğrencilerine :

"-Görüyorsunuz ki affetmeyerek, asıl kendimizi cezalandırıyoruz, kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz, affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, hâlbuki AFFETMEK ilk önce kendimize yaptığımız bir iyiliktir...  Ve affetmek merhametli olmanın ilk şartıdır."

 


www.HalilAlpaslan.COM http://www.ders.org/toplist/



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol