ANA SAYFA
     YENİ ANKETLER
     FOTOĞRAFLARIMIZ
     ibrahim başak
     KPSS NOTLAR VE ÖZETLER
     ÖDEV ARIYORUM
     KİTAP ÖZETLERİ
     İZ BIRAKANLAR
     TARİH
     COĞRAFYA
     EDEBİYAT / EDEBİYATÇILAR
     SANAT TARİHİ
     SİYASİ DÜŞÜNCE TARİHİ
     TÜRKÇE / TÜRK DİL BİLGİSİ
     ŞİİRNAME
     ATASÖZLERİ
     FIKRALAR
     ÇOCUK MASALLARI
     TÜRK BÜYÜKLERİ
     TÜRK DESTANLARI
     KEŞİFLER / BULUŞLAR
     MAKALELER
     BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ
     ÖZEL MESAJLAR
     VİDEOLAR
     GÜLMECE
     ÖĞRETMENLERİMİZ İÇİN
     ÇOCUK VE AİLE EĞİTİMİ
     BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR
     SORU BANKASI
     AKTÜEL HABER - YORUM
     SİTENİZİ EKLEYİN
     ZİYARETÇİ DEFTERİ
     Şanlıurfa
     Merkez Yardımcı Köyü"
     EKLENEN DOSYALAR
     Farkı Görebilmek
     Merhamet
     Padişahın Kızına Âşık Çoban‏
     Güzel Gören Güzel Düşünür...
     Unutmak
     Meger Sahipsiz Degilmisiz




“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez...Toplu vurdukça sineler onu top sindiremez" - Unutmak


Hatırası kalbe ışıklarla dökülen

En güzele, en iyiye en sevgiliye

Selam, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden

Selam senelerce , senelerce öteye…

Bu sayfamızda sizlerle üzerinde tefekkür etmek istediğimiz mevzumuz; kimi zaman şikayet ettiğimiz, kimi zaman da iyi ki var dediğimiz  ve en az bizim varlığımız kadar gerçek bir konu: UNUTMAK

Hepimizin çok iyi bildiği bir hakikati anlatan, bir kelamı kibar  var : ”insanoğlu nisyan ile maluldür.” Bu nedenle ona nisyan yani unutmakla aynı kökten gelen İNSAN adı verilmiş. İnsan tabiatı gereği unutan ve unutmaya meyli olan bir varlık olarak yaratılmış değerli dostlar. Her insan bu melekeyi kullandığı ölçüde unutan ve unutkandır. Yani her ne kadar bazılarımız hafızamızın kuvvetli olduğunu düşünsek de her şeyi hatırlamamız mümkün değil ve hepimiz biraz unutkanız.

Mukaddes Kitabımız Kur'ân birçok ayetinde insanın unutan bir varlık olduğunu dile getirmiş ve bu davranışı nisyan kavramıyla açıklamış.  Kitabımız, bunu kendi uslüb güzelliği ve özelliği içinde bakınız nasıl ifade etmiş. “Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu.” (Tevbe,67)

Nedir unutmak? ihmal etmek mi, hatırdan silmek mi?  yok saymak mı?

Kimileri “unutmak unutulmaktır “ der. Önce unutulursunuz. birer birer hatıralarınız silinir sevdiğinizin yadından…

Ve siz bunu hisseder; en nihayet fark edersiniz.

Sonra yanarsınız halinize geçmişi hatırladıkça içiniz burkulur. Gece ve gündüzünüze gam salınmıştır..şaiirin dediği gibi,

Şeb-i yeldayı müneccim-i muvakkıt ne bilir

Mübtelayı gama sor kim geceler kaç saat..

Sanki şair bu beyti sizin için dizmiştir. Zaman durmuş size inat gece karanlığını yırtıp sabahı güç buluyordur. Ama sizde gündüzler de karanlık ve gri…..hayalleriniz başıboş ve başrolsüz kalmıştır.

Sonra zamanla gönlünüz buna da alışır. Bir dönem platonik yaşarsınız hayatı. Onu onsuz sever ama onunla yaşarsınız hayatı. Göz her daim sevileni arar, dualar bir umudun peşine takılmıştır ve hala onunla bir hayatın devamı için edilir. Uykular onun için kaçar. Göz ondan kalma nemleri taşır ve bulduğu her fırsatta onun için yağar kimsesiz sakin ovalara… Bazen kendinize dahi onun için onun varlığıyla tahammül edersiniz. Onun için sarılırsınız hayata hiç bırakmayacakmışçasına…

Ama unutulmuşluk hala devam ediyor hatta hızla artıyorsa gönlün bu hale tahammülü nereye kadar sürer bilinmez. Sonra siz de başlarsınız yavaş yavaş hatıralarınızı silmeye.. Ona dair küçük ayrıntıların zihninizden silindiğini fark edersiniz. Gözünüze uyku girmeye başlar bu da geçer diyerek teselliye başlamışsınızdır kendinizi. Gözünüzden akan seller nisan yağmurlarına dönüşmüştür daha bir seyrek yağar artık… Unutulmuşluğun ardından siz de başlamışsınızdır unutmaya.

İşte kimileri için zaman her şeyin ilacıdır ve unutmak ayrılık acısını çekmeye son veren, bütün virgülleri ortadan kaldıran büyük bir noktadır.

Unutmak; yaşanmışlığın izini silmek , “beğenmedim Allah Teâlâ çöpe demek” mi acaba?

Onlar sizin hatıralarınız, sizin hayatınızın izleri.. kıyabilecek misiniz? Nitekim acı da olsa hüznü de yaşatsa onun size kattığı bir değer vardır. Ve değerli dostlar hatıralar olmasa yaşamak neye yarar. Acı tatlı  ne yaşarsanız yaşayın zamanla hepsi bir şekilde tecrübe olarak yazılır hayatınıza… eski  ve eskiyen bir şey yoktur hayatta aslında. Murathan  Mungan’ın dediği gibi;

Günler acıyı soldurur

 Her acı bir gün anı olur

O yüzden sen yok etme zihnini

Ya da seni yerden yere vuran o izleri

Bir gün ömür mevsiminde fırtınalar dinince elimizde kalan her şey hazinemiz olacak. Hayatın her safhasında sular bulanmadan asla durulmaz  sular durulunca anlarız, darmadağın olmanın bize kazandırdıklarını….Ve kimbilir belki de memnun kalırız hayatın bize yaşattığı her şeyden. Her tecrübeden…

Unutmak bir zaman önemsediğiniz şeylere asla uygulayamadığınız eylem… diye tanımlıyor bir yazarımız.

Bazı olaylar ve insanlar vardır hayatımızın karelerini dolduran….

Zamanla ne kadar değerlerini kaybetseler de ya da biz değerini kaybettiğini düşünsek de hiçbir zaman unutulamazlar.

Unuttum sanırız fakat onlar derinlere bir yerlere saklanmışlardır.

Hiç beklenmedik zamanlarda ortaya çıkarlar ve ben buradayım sendeyim derler. Her şeyi değiştirip alt üst etmek amacıyla yanı başınızdadırlar…

Nurullah Genç’in dediği gibi;

Nereye yürüdüysem bakışın, duruşun, sesin

Anladım söndürmeliyim tutuşan yüreğimi

Kendimi yakmış olurum yakarsam bu şehri

Çünkü sen her şeyinle bendesin…

Aslında hep sizinle ve beraberdir bütün unuttuklarınız sizde saklıdır tüm satırlarıyla…unuttum deseniz de unuttuğunuzu zannetseler de o her şeyiyle tüm izleriyle sizdedir.

Şairin dediği gibi; cümlelerde adın geçmiyor sanıyorsun oysa bütün cümlelerimin gizli öznesi sensin. Ben yine adını heceleyeceğim, kimse bilmeyecek, kimse anlamayacak ama ben yine hep seni seveceğim. Unutuldum, senden bir haber alamıyorum diyorsun. Bana söylesene sevdiceğim sevgin sımsıkı sarmışken beni ben seni nasıl unuturum? 

Sen hangi senenin baharında yağan bir yağmursun ki

Gönlüme yağdığından beri kurumuyorsun

Ve sen nasıl bir aşksın ki

Unutuyor ama asla unutulmuyorsun….

Kimilerine göre de unutulmak anlık, unutmak asırlık bazen de ömürlüktür, bir ömür unutamazsınız…

Sezai Karakoç’un dediği gibi ;  Sen bana yeni yılsın her dakika.

O heran sizledir her gün sizle beraber uyanır, günü sizinle yaşar. Ve hep büyür içinizde. hatta çoğu zaman ilham kaynağınızdır, yeni şeylerin sizde türeyiş hep ona borçludur. Belki olur ya bir gün arkasını dönüp de bakarsa eğer ona hayatın bin bir rengini sunabilmek, yaşatabilmek içindir çırpınışlarınız. Hayatı onsuz ama ona dair yaşamak, unutmaktan daha kolay gelir ve zevk verir size…,

Unutmak topraktan daha ağır bir örtüdür seven için. Ölene dek unutamaz. Belki günde bin kez ölür ama ömürde bir kez unutmaz…

Unutmayı yardan ayrılış olarak gören Yahya Kemal bir beytinde

 “Ondan ayrılış bana her an üzüntüdür

Madem ki böyle duygularım kaldı çok şükür” diyerek unutmamayı nimet biliyor. Unutmamak sevilene gösterilen en büyük vefa olsa gerek. Çünkü bir insana verilebilecek en büyük ceza onu ve onunla olan maziyi unutmak yok saymaktır…

       Bir gün gelir unuturmuş insan en sevdiği ve en unutulmaz saydığı hatıraları bile, diyor ya şair. Peki insan nasıl unutur, bir zamanlar çok sevdiği değer verdiği şeyleri?

 

İnsan hep kendiyle zannettiği hiç değişmeyeceğini düşündüğü duygularını tazelemez, yenilemez ve büyütmezse bu duygu zamanla alışkanlık halini alır ki bu duyguların ölümü olur. Zamanla alışkanlık yıpratıcı enerjisini devreye sokar, sebepler zamanla önemini yitirir, unutmak damla damla sızar gönle… Sevilen, ona ait ayrıntılar, hayaller, planlar bir bir çıkıverir hayatınızdan ve artık tükeniş başlamıştır.

Büyük alimlerimizden Ragıb el-İsfahani, nisyanın yani unutkanlığın ya kapasite yetersizliğinden, ya gafletten yahut da kasıttan kaynaklandığını ve sonuçta insanın hafızasına emanet edilen şeyi bir kenara bıraktığını söylüyor.

UNUTMAK  gönlün ve zihnin sevilene, hatıralara, değerlere ve  emanete ihaneti…

İnsan  önemsemediğini, değer vermediğini unutur ve ihmal eder. İnsanın bilgisinde olup ta önemsemediği, olmuş ya da olmamış fark etmeyen konularda sebep ve sonuçların çok önemi yoktur. İşte unutmak ta ihmal ve önemsememenin zamanla oluşan doğal bir sonucu….

Hayatı mum ışığıyla yaşarken bizde sönük olan ve  karanlıkta kalanı hep ihmal ederiz. Oysa hayatın sırrı karanlıklarda saklı yani hep ihmal ettiğimiz yerde.

Unutmanın zıddı kuran-ı kerimde çok sık kullanılan zikir kelimesi ile ifade edilmekte. Zikretmek yani  sürekli hatırda tutmak, anmak, yad etmek ve unuttuktan sonra hatırlamak anlamlarına geliyor. Unutmamak için bir şeylerin anlamını yitirmemesi için sürekli anmalı, onu içimizde taze tutup yaşatmalı….

Hani halkımız arasında bir söz vardır: Kişi sevdiğini zikreder diye. Değerli şeyleri, değer verdiğimiz dostlarımızı unutmamak için onu içimizde taze tutup yaşatmalıyız ki unutmayalım dedik. Peki Unutmamak ama nasıl?

Ömrün usul usul akıp gittiği yaşadığımız şu fani alemde unutulmaması gerekenleri hatırda tutmak için ne yapmalı insan? Bakın bir hikâye de bu gerçeğe nasıl değinilmiş:

         Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Taktir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmud'un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş.  Derken Sultan'ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütün sultanlığın haznedârı tayin edilmiş ve en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş.  Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler. Bu duygular içinde, özelikle Sultan yakınlardaysa ondan gün geçtikçe daha çok şikayet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar.

Bir gün Sultanın huzurunda bir saraylının bir diğer saraylıya şöyle dediği duyulmuş: "Köle Ayaz'ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Aslında her gün gidiyor; hatta izinli günlerinde bile gidip orada saatlerce kalıyor. Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim."

Sultan kulaklarına inanamamış. "İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim" demiş. Böylece o da hazine dairesine gidip Ayaz'ı gözlemek istemiş. Duvara küçük bir delik yaptırıp, içinde olanları seyretmeye hazırlanmış.  Ayaz hazine dairesine bir daha ki sefer geldiğinde Sultan dışarıda beklemeye koyulmuş. Kölenin sessizce içeri girdiğini, kapıyı kapattığını ve sandığa gittiğini görmüş. Köle Ayaz, sandığın önünde diz çökmüş, kapağı usulca kaldırmış ve içinden bir şey çıkarmış. Orada sakladığı küçük bir bohçaymış bu. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonrada açmış. İçinden çıkan köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise! İşte köle Ayaz, saraylı giysilerini çıkarmış bu elbiseyi giymiş ve sonra aynanın karşısına geçmiş. Kendi kendine: "Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor  musun?" diye sormuş. "Bir Hiçtin sen... Hepsi hepsi satılacak bir köleydin ve Allah, Sultanın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütfetti. İşte Ayaz, şimdi buradasın, ama asla nereden geldiğini unutma! " "Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur, unutuluşlara sürükler." "Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima hatırla Ayaz, hatırla! "

Sandığı kapatmış, kilitlemiş ve sessizce kapıya doğru yürümüş. Hazine dairesinden çıkarken birden Sultanla yüz yüze gelmiş.
Sultan gözlerini Ayazın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş. "Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedârıydın, ama şimdi... kalbimin hazinedârısın. Bana benim de önünde bir hiç olduğum kendi Sultanımın huzurunda nasıl davranmam gerektiğini ders verdin"

Unutmanın en tehlikelisi insanın kendi ASL’nı unutması olsa gerek. İnsanın kendi asl’ını unutması bir anlamda Allah’ı unutması, Allah’ı unutması da varlığının idrakini terk etmiş olmasıdır. Nitekim insanın varlığı bir amaca ve gayeye bağlı.

Dilerseniz kısaca bir daha hatırlayalım büyük gayeyi. Rabbimiz biz  kullarını bu aleme göndermeden önce ruhlar aleminde bizlerden ahid almış ve insanı kainata eşrefi mahlukat olarak halife olarak göndermiş ki bu halifelik bizim ömürlük- eskimeyen görevimiz. Bize düşen en büyük görev; hayatı bu ahdimizin ve sorumluluklarımızın bilincinde olarak yaşamak…

Ne gariptir insanoğlu onca acziyetine rağmen yüklenmiştir bu ağır yükü ve koyulmuştur zorlu ve zahmetli ömür yoluna… Yola koyulup ta yolculuğun gayesini unutmak elbette en büyük gaflet olsa gerek… Aslında yoldaki tüm duraklar, oklar, levhalar ve işaretler, yokuşlar bizim amacımıza hizmet eden ve onu bize hatırlatan en büyük vesileler…

İnsan bu yolculuğun sonunda hüsranı yaşamamak için yolculuğun amacını ve başlangıcını unutmamalı. Yolculuğa, sonunu ve mükafatını düşünerek tahammül etmeli belki de.

Ve yol boyunca ayet-i kerimedeki şu duanın emniyetine sığınmalı bütün samimiyet ve acziyetiyle…“Ey rabbimiz! Unutur veya hata edersek, bizi bundan hesaba çekme.” (Bakara/286)

Ve ney misali asıl yurdunu ve o yurda yare olan özlemini yitirmemeli, hayatı içindeki ateşi söndürmeden yaşamalı, diyor büyüklerimiz.

Hiçbir kar tanesinin diğerine benzemediği, hiçbir parmak izinin diğerinin aynı olmadığı bu evrende her birimiz kendi bireyselliğimizin armağanını sunarak iz bırakmaya geldik bu dünyaya.

İzimiz bizim bireyselliğimiz.

İzimiz bizim bütüne armağanımız.

İzimiz hayatımıza anlam veren zenginliğimizdir…

Yürüdüğümüz yolda arkamızda bir iz, bir eser ve hoş sada bırakmalıyız .

İZ BIRAKMAK (bizi de bir hatırlayan olur mu acaba?)

Tarih boyunca bir çok insan yaşam tecrübelerini, deneyimlerini kağıda, tuvale, notaya, taşa yansıtarak “iz bırakmanın” ve “eser vermenin” onurunu yaşamış.

Kainattaki ilk ve eşsiz olan iz yaratıcı kudret olan Allah’a ait elbette. Kur'ân-ı Kerîm’de geçen ve Kur'ân terminolojisinin en önemli kavramlarından biri olan ayet, Arap dilinde; “işaret, iz, belirti, delil” anlamlarına gelmekte. Rabbimiz kendisine ulaşmayı taleb edenler için evrende sayısız izler bırakmış, insanlardan bunları anlamalarını, görmelerini istemiş.

Aklını ve gönlünü bu idrake açanlara da şöyle hitab etmiş: “Yeryüzünde içlerinde hiçbir şüphe duymadan insanların görebileceği, Allah’ın varlığının işaretleri vardır. Tıpkı kendi kişiliğiniz üzerinde de O’nun işâretleri bulunduğu gibi: Bunları görmüyor musunuz? (Zariyat/20-21)

Allah’ın yeryüzünde en büyük eseri-izi ise maddi ve manevi varlığıyla “insanoğlu” . Bu insanlar içerisinden seçilmiş peygamberler ise bu izlerin en anlamlı bölümünü temsil etmekte. Her peygamber, insanlık tarihi boyunca “tavrı” ile hakikate giden yolun “bir basamağına” ışık tutmuş. Bu yüzden peygamberlerin izlerini takip eden insanlar hiçbir zaman yollarını kaybetmemiş, yönlerini şaşırmamışlar. Hz. Adem’in tavrından başlayan bu süreç peygamberimizin tavrında kemale ulaşmış, oradan da aslına dönmüş. “Hiç kuşkusuz, son varış Rabb’inedir.” (Necm/42)

Rabbimiz, en büyük eseri olan insandan da büyük izler bırakmasını isteyerek herkesi ayrı bir iç zenginlikte yaratmış. İnsan kendini diğerlerinden ayıran iç cevherini bulup onu en ince sanatıyla işlemeli ve hayat panosuna tamamen kendine özgü bir eser asarak unutulmaz olmalı...gönüllerde ve eserlerde yaşamalıdır Yunusça Mevlanaca..

Unutulur elbet ruhu yaralayan acılar...Gün gelir bir hayal bile olmadığı anlaşılır...

Bazen de unutmak; Allahın insan oğluna hediye ettiği en büyük bir nimet oluverir sevgili dostlar. En hazin acılarınızı ilk güngibi yaşasaydınız, sizde hep taze kalsalardı ne olurdu haliniz, bu hayat çekilir miydi acep? Kaybettiğiniz ve çok sevdiğiniz birinin ölüm haberini aldığınız ilk andaki acınız;  bütün hayatınız boyunca aynı yoğunlukta sizinle olsa, gölünüz hiç ferah bulmadan bu acı sizde hep artarak devam etse takatiniz kalır mıydı yaşamaya? yada hayatınızın en acı başka bir karesi hiçbir ayrıntısını kaybetmeden her dem yenilense ve yeşerse içinizde, hayat zehir olmaz mı? işte sabır ve unutmak burada insanoğlunun hizmetine sunulmuş iki büyük nimet ….

İyice düşündüğümüz zaman görüyoruz ki: Varoluş, tekamül, Yaratıcı ile ilişki, bireysel ve toplumsal hayatla ilgili bir çok temel prensip, nisyan (unutma) kavramı ile yakın bir beraberlik içinde. Bazen unutmak-unutturmak gerek gönle.. Bazen unutmak vefasızlık sevilene.. Bazen de en büyük haksızlık kişinin kendine…

 Madem ki unutmak ve unutulmak insanın aldığı nefes kadar, içtiği su kadar doğal o halde insan her şeye hazırlıklı olmalı ve şairin dediği gibi BAVULLARI HEP TOPLU DURMALI İNSANIN

Bavulları hep toplu durmalı insanın...

Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...

Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...

İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...

Yalnızlığa alışmalı...

Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma, günümüzün borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık...

Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı. Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; Zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır...

İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa...

Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan...

Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı...

Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başını dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli...

Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...

Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...

"Yalnızlık paylaşılmaz/Paylaşılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...

Telesekretere "Şu anda size cevap verebilecek kimse yok" denmeli, "Bekli de hiç olmayacak..." cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...

Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır. Haklılığın onuru yaşatır insanı...

Susmanın utancı öldürür...

O yüzden en sessiz gecelerde "doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan.

Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı...

Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı...

Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, Kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı...

Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacak kadar gözüpek olabilmeli...

Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...

Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...

Yollarla barışmalı...

Yalnızlığa alışmalı…

                 Hayatta her şeye hazırlıklı olmalı insan, unutmaya unutulmaya…yok sayılmaya…

                 Ve insanlara dair beklentilerini azaltmalı… Büyüklerimizin dediği gibi “umma ki küsmeyesin” Öyle ya çoğu zaman beklentilerin sonu kalp kırıklığı ve gönül yorgunluğu olabiliyor sonra topla toplayabilirsen cam kırıklarını ve en önemlisi kendini…

Kötü anı ve olayların, sarılması zor yaraların, acıların ve vehimlerin peşine düşmeden onlardan geriye sadece tecrübeleri bırakarak hayatımızın karelerinden çıkarmak. UNUTMAK.

Gönlümüzde eskimeyip ve değerini kaybetmemesi gerekenleri de çerçeveleyip ömür duvarımızın en güzel köşesine asmak….ve onlara her baktığımızda iyi ki yaşamışım diyebilmek…hatırasını kalpte taşımak ve yaşatmak. Çünkü insanın hayattaki değerleri ve değerlilerini unutması, kaybetmesi aslında kişiye kendini kaybettirir. Ömründe kendine ait izleri sildirir.

İnsanoğlu bir gün virgülü kaybetti, söyledikleri birbirine karıştı.Noktayı kaybetti, düşünceleri uzayıp gitti, ayıramadı onları. Ünlem işaretini kaybetti bir gün de, sevincini öfkesini, bütün duygularını yitirdi.

Soru işaretini kaybetti bir başka gün, soru sormayı unuttu, her şeyi olduğu gibi kabul eder oldu.İki noktayı kaybetti, hiçbir açıklama yapmadı.Hayatının sonuna geldiğinde elinde sadece tırnak işareti kalmıştı. İçinde de başkalarının düşünceleri vardı yalnızca.


www.HalilAlpaslan.COM http://www.ders.org/toplist/



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol