ANA SAYFA
     YENİ ANKETLER
     FOTOĞRAFLARIMIZ
     ibrahim başak
     KPSS NOTLAR VE ÖZETLER
     ÖDEV ARIYORUM
     KİTAP ÖZETLERİ
     İZ BIRAKANLAR
     TARİH
     COĞRAFYA
     EDEBİYAT / EDEBİYATÇILAR
     SANAT TARİHİ
     SİYASİ DÜŞÜNCE TARİHİ
     => Machiavelli
     => Thomas Hobs
     => John Lockce
     => Montesguieu
     => J.J.Rousseau
     => Thomas Paine
     => Edmund Burke
     => Georg Wilhelm Friedrich
     => Joseph Mazzini
     => Karl Marx
     => Aydınlanma Kavramı
     => Modernleşme
     => Liberalizm Kavramı
     => Sosyalizm Kavramı
     => Ulusçuluk Kavramı
     => Faşizm Kavramı
     => Muhafazakarlık
     => Yeni Sağ ve Yeni Muhafazakarlık
     => Atatürkçülüğün Tanımı ve Önemi
     => Öğrenilen Bilgiler Işığında Durumsal Değerlendirme
     TÜRKÇE / TÜRK DİL BİLGİSİ
     ŞİİRNAME
     ATASÖZLERİ
     FIKRALAR
     ÇOCUK MASALLARI
     TÜRK BÜYÜKLERİ
     TÜRK DESTANLARI
     KEŞİFLER / BULUŞLAR
     MAKALELER
     BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ
     ÖZEL MESAJLAR
     VİDEOLAR
     GÜLMECE
     ÖĞRETMENLERİMİZ İÇİN
     ÇOCUK VE AİLE EĞİTİMİ
     BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR
     SORU BANKASI
     AKTÜEL HABER - YORUM
     SİTENİZİ EKLEYİN
     ZİYARETÇİ DEFTERİ
     Şanlıurfa
     Merkez Yardımcı Köyü"
     EKLENEN DOSYALAR
     Farkı Görebilmek
     Merhamet
     Padişahın Kızına Âşık Çoban‏
     Güzel Gören Güzel Düşünür...
     Unutmak
     Meger Sahipsiz Degilmisiz




“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez...Toplu vurdukça sineler onu top sindiremez" - SİYASİ DÜŞÜNCE TARİHİ


SİYASAL SOSYOLOJİ

SİYASAL SOSYOLOJİNİN FİKRİ TEMELLERİ ALANI VE KAPSAMI

Siyaset olgusuna ilişkin sistematik incelmelerin yaklaşık yirmi beş yüzyıllık bir geçmişi vardır. Bu süre içerisinde siyaset farklı farklı adlara sahip disiplinler tarafından incelenmiş fakat tam bir sonuç alınamamıştır. Nihayet, şikayetler nedeniyle yirminci yüzyılda uzmanlaşmaya geçilebilmiştir.

18. ve 20. yy.lar arasında meydana gelen toplumsal değişmeler ve bunlara ilişkin problemler mevcut toplumsal incelemelere hakim olan anlayışı da etkilemiştir. Burada sosyal felsefeciliğin yetersizliğinin anlaşılmasıyla olguları daha bir irdeleyen bilimsel yaklaşımlara gidilmiştir. Böylece o güne kadar kabul görmemiş sosyal yasa ve bağımsız sosyal bilim anlayışı 18. yy.dan itibaren kabul görmeye başlamıştır. 18.yy.dan da sosyal olguların felsefi yaklaşımla değerlendirilmesine, toplumsal örgütlerin ve insan ilişkilerinin ne ve nasıl olduklarına değil, nasıl olmaları gerektiği sorununa önem verilmeye devam edilmiştir.

Böylece, bir yandan gözleme dayanan çalışmalar gelişirken, öbür yandan “ toplumsal yasa ” anlayışının işlenmesi, hatta genel bir sosyal bilim kavramı oluşturma girişimleri hız kazanmıştır.

18.yy.da meydana gelen bu gelişmelerin sosyal bilim anlayışında yol açtığı iki farklı yönsemeye tanık oluruz. Bunlardan birincisi, sosyal bilim yönsemesidir. Burada hakim olan düşünce; sosyal bilim bir bütündür, çünkü eğer sosyal olguların bağlı oldukları doğal yasalar varsa, bu tüm olgular için aynıdır ve bunları bulup ortaya çıkarmak tek bir sosyal bilimin görevidir. Bu anlayışın başta gelen temsilcisi A. Comte’dir. Comte sosyolojiyi bütüncül sosyal bilim olarak takdim ederken, bir yandan da bu yeni bilim dalının pozitif yönünü vurguluyor ve ona özellikle tarihsel gelişmenin yasalarını inceleme görevini yüklüyordu.

20. yy. ise 18. ve 19. yy.lardaki bütüncül yönsemenin olduğu kadar, bununla ilintili olarak sosyal bilimler arasında gelişen bir iş bölümünün ve uzmanlaşmanın başlangıcını da simgelemektedir. Tekilci sosyal bilim yönsemesinde hakim olan düşünce, toplumsal gerçekliğin bütün olarak anlaşılabilmesi için, bu bütünü meydana getiren bölümlerin tek tek ve derinlemesine incelenmesi gerektiği idi. Bu ise, ancak toplumsal gerçekliğin her bölümüne tekabül eden uzmanlaşmış sosyal bilim disiplinlerinin yardımıyla başarılabilirdi. Siyasal sosyoloji özünde bu düşüncenin ürünü olarak çıkan bir disiplindir.

I. Siyasal Sosyolojinin Fikri Temelleri : Avrupa

Siyasal sosyoloji Avrupa siyasal düşünüşünde devlet ve toplum ayrımının kavramlaştırılması üzerine inşa edilmiş bir disiplindir. Sosyolojik sorunu ele alış biçimi, bu inşa oluşun sağlam şekilde tamamlanmasında önemli bir işleve sahip olmuştur. Devlet ve toplum arasındaki ayrı, modern devlet fikrinin doğmasından sonra gündeme gelmiştir. Bu ayrımla birlikte siyasal düşünü en çok meşgul eden konu, devletin mi toplumu biçimlendirdiği, yoksa toplumun mu devleti biçimlendirdiği tartışmasıyla ilgili olmuştur. Bu durum çağdaş siyasal sosyolojinin kurucu babaları arasında iki uçlu bir kutuplaşmaya bile yol açmıştır. Burada devletten yana olanlar ile (Hegel, Von Stein), toplumdan yana olanlar (Saint – Simon, Proudhon ve Marx) arasında ideolojik bir çatışma doğurmuştur. Birinciler toplum tarafından devletin egemenliği altında girmesini veya tamamıyla ortadan kaldırılmasını savunmaktaydılar.

Marx’a göre siyaset, yöneten-yönetilen ilişkisinde baskı, kabul veya iknayı sağlamada, kısacası hakim olmayı veya tâbi olmayı belirlemede güce dayanan en önemli araçtır. Devleti, hakim sosyal sınıfların hakimiyetini sürdürmesi gayesi üzerine inşa olmuş bir yapı olarak görüyordu; bu ise devletin toplum tarafından biçimlendirildiğinin açık bir ifadesi idi.

Siyasetin evrensel bir olgu olarak kavranmaya başlamasında Weber’in yaptığı katkı son derce önelidir. Weber, “belirli bir toprak sınırları dahilinde buyruklarını idari bir örgüt aracılığıyla fiziksel zora başvurma yeteneğine sahip olarak yerine getiren her egemen grup siyasal bir gruptur.” Tanımıyla siyaseti devletle bağdaştırmaya çalışmasına karşın, özellikle iktidar öğesi üzerinde durarak, siyasete bakışı, klasik kurumsal ve hukuksal perspektiften koparmıştır.

Özellikle Marx’în ve Weber’in derin etkileriyle, 1930’larda Avrupa’da tam anlamıyla kendi özgün kimliğine kavuşan siyasal sosyoloji, Avrupa’dan beyin göçünün etkisiyle farklı gelişme çizgisine Amerika’da sahip olmuştur.

II. Siyasal Sosyolojinin Fikri Temelleri : Amerika

Avrupalı göçmen bilim adamları ABD’nde sosyoloji ve siyaset bilimi bölümlerinde önemli pozisyonlara sahip olmuşlardı. Bunlar özellikle siyaseti anlamak için sosyolojik ve psikolojik kuramlara eğilmek gerekliliğini vurguluyorlar. Marz’ın, Durkheim’in, Pareto’nun, Mosca’nın, Weber’in ve Miches’in önemine dikkati çekiyorlardı. Bu çabaların davranışçılığının Amerikan siyaset biliminde 1930’larda bir dönüm noktası oluşturmasında; 1950’lerde ise yaygınlaşmasında bir hayli katkısı olmuştur. Bunu yanında, siyasal sosyolojinin ABD’nde gelişmesinde bazı kurumsal etkenlerin payı da vardır.

Örneğin “Uluslar arası Sosyoloji Derneği” 1950’lerde “Araştırma Komiteleri” oluşturmuş; Siyasal Sosyoloji Komitesi” ISA!nın girişimi doğrultusunda ortaya çıkmıştır. “Siyasal Sosyoloji” Komitesi içinde beş ayrı çalışma grubu oluşturulmuş, bu grupların işleyecekleri şu uzmanlık konuları saptanmıştır.

1.       Karşılaştırmalı Seçim Davranışı,

2.                         //                                                                                 öğrenci siyaseti,

3.           //                                                                           ulus kurma süreci,

4.       Silahlı kuvvetler ve toplum

5.       Karşılaştırılmalı topluluk incelemeleri

Kuşkusuz bu tür kurumsal faaliyetler siyasal sosyolojinin uluslar arası düzeyde kabul görmesinde son derece faydalı olmuştur.

III. Siyasal Sosyolojinin Kapsamı ve Siyasal Bilim ile Olan Sınırı

Siyasal sosyolojinin çıkış noktası itibariyle sosyolojinin bir dalı olduğu kadar, bugün sosyoloji gibi bir ,genel sosyal bilim haline gelmiş olan çağdaş siyaset biliminin de bir öğesi sayılmaktadır.

R. Bendix ve S.M.Lipset’in beraber kaleme aldıkları bir incelemede; iki disiplin arasındaki sınır noktaları şu şekilde belirtilmiştir. “Siyaset bilimi gibi siyaset sosyolojisi de iktidarın toplumdaki dağılımı ve kullanımı ile ilgilenir. Fakat siyaset sosyolojisi, siyaset bilimden farklı olarak, iktidar dağılımının ve kullanımının ilişkin olduğu kurumsal yönlerle uğraşmaz; bunları veri alır. Bu açıdan siyaset sosyolojisi toplumu hareket noktası alır ve toplumun devleti nasıl etkilediğini araştırır. Oysa siyaset bilimi devletten hareketle devletin toplumu nasıl etkilediğini irdeler.

Bazı sosyal bilimciler ise, iki disiplin arasındaki sınır çizgisinin incelenen olgunun bağımsız veya bağımlı değişken kabul edilip edilmemesine göre çekilebileceğini söylemektedir. Buna göre, sosyolog için bağımlı değişken siyasal yapı, siyaset bilimcisi için ise soysal yapıdır. M. Duverger’nin dile getirdiği şekliyle “siyaset bilimi siyasal olayların hem hukuksal kurumları, tarih, insan coğrafyası, iktisat, demografi vb. açılardan; hem de doğrudan doğruya sosyolojik bir açıdan ele alındığı geniş bir bilimsel yaklaşımı benimsemektedir.

Nihayet, tartışıla gelen konuda sistemli açıklamalardan birini R.G. Braungart yapmıştır. Yazar, siyasal sosyolojiyi siyasal toplumu anlama ve açıklama girişimi olarak niteleyerek toplum ve siyaset arasındaki ilişkiyi inceleyen bir disiplin olarak tanımlamaktadır. Ona göre, siyasal sosyolojinin ilgi alanına giren 3 analitik konu şudur :

1.       Siyasetin Toplumsal Kökenleri

2.       Siyasetin yapısı veya siyasal Süreç

3.       Siyasetin toplum ve kültüre olan etkileri

Siyasetin Toplumsal Köklerinde;Toplumsal yapının iktidar organizasyonu ve dağılımını nasıl etkilemekte olduğunu araştırır.

Siyasetin yapısında; siyasal alanda yürütme, yasam ve yargı erklerinin iktidarın yapısını, oluşumunu ve dağılımını ne şekilde etkilediğini ele alır.

Siyasetin Topluma Etkilerinde İse; Hangi yönlerden siyasetin toplumu etkilediği üzerinde yoğunlaşır.

Görüldüğü gibi, sahip olduğu yaklaşım ve kapsamı açısından siyasal sosyoloji siyaset biliminden ayrılmaktadır.

IV. Siyasal Sosyolojinin Türkiye’deki Fikri Temelleri

Geçmişi o kadar eski olmasa bile, Türkiye’de genelde sosyal bilim çalışmalarının gelişim çizgisi bir anlamda Avrupa’dakine benzemektedir. Avrupa olduğu gibi Türkiye’de de başlangıçta toplumsal felsefecilik oluşmuş, olgulara yönelik incelemeler yapılmamıştır. Bu türde ilk çalışmalar ancak Ziya Gökalp’in katkısıyla ortaya çıkmış.

“Türkiye’de siyasi düşünce ve siyasi yazıların inanılmayacak kadar gelişmiş bir tarihçeye sahip olmasına; hatta “ Osmanlı İmparatorluğu süresince yazılmış eserlerin en orijinallerinin siyasi alanda” ulunmasına karşın felsefi yaklaşımın bu incelemelerde de hakim olduğunu görürüz. Çünkü esas itibariyle Osmanlılarda siyasal düşünce siyasal gücün kullanılmamsı ve otoritenin kabulü için gerekçeler yaratma sorunu ile ilgili olmuştur ki, bunun özünde yatan yaklaşım siyasi felsefeciliktir. Gerek ittihat ve Terakki döneminde gerek milli mücadele ve Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında “Siyasi ilimlere konu olacak birçok malzeme ortaya çıkmakla beraber siyasi ilimlerin ilim olarak gelişmesinde büyük başarı sağlanamamasının bizce en önemli sebebi, söz konusu yaklaşımın hakimiyetinin kırılamamış olmasıdır.

Bu bakımdan önemli bir aşama “Siyasal Bilgiler Okulu’nun” 1948 yılında Ankara Üniversitesi bünyesinde Fakülte olarak kabul edilmesiyle gerçekleşmiştir. S.B.F’ de olsun, diğer kurumlarda olsun, hukuk yaklaşımını benimseyenlerin siyaset bilimi içerikli çalışmalara yönelten önemli etken, 1950’de çok partili siyasal hayata geçişle yaşanılan rejim değişikliğinin doğurduğu yeni toplumsal ve siyasal oluşumların zorlamasıdır. Modern gidişe “ayak uydurmak” çabaları SBO’nun fakülteye dönüştürülmesinden sonra daha da hız kazanmıştır.

Dolayısıyla, SBF’de “Siyaset Bilimi”, “Siyasal Teoriler”, “Mukayeseli Devlet İdareleri”, dallar bu sayede kökleşebilmiştir. Belirtmek gerekir ki, bu gelişimi hızlandıran bir takım dış etkenlerde rol oynamıştır. SBF’nin 1952’lerde Birleşmiş Milletlerin önerisi üzerine kendi bünyesinde Türkiye Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nü kurması bu etkenlerin başında gelenlerden bir tanesidir. Yine, SBF’ne bağlı olarak Basın Yayın Yüksek Okulunun kurulması zorunlu olarak siyasal iletişim kavram ve kavramlarına yeni alanlar açmıştır.

Bu arada, örgütsel düzeyde “Türk Siyasi İlimler Derneği” ve “Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin” düzenlediği toplantılar, yaptırdığı araştırmalar ve çevirilerin de siyaset bilimi ve sosyolojisinin gelişiminde yaptığı katkıları anımsatmak gerekmektedir.

Bugün ülkemizde siyasal sosyolojinin kapsamına giren konular da azımsanmayacak bir araştırma yazını oluşturduğu gibi, uluslar arası düzeyde de etkinlikleri olan bir çok uzman yetişmiş bulunmaktadır.

SİYASİ DÜŞÜNCE TARİHİ

Siyaset Nedir ?

-          İnsanlar arasında çatışma ve iktidar mücadelesidir.

-          Çatışan çıkarların uzlaşmasıdır.

-          Değerlerin dağılımıdır.

Siyasi düşünce (devlet): İktidar, egemenlik,yönetim biçimleri yöneten – yönetilen ilişkisi sosyal adaleti ve insan hakları gibi konularda düşünürlerin ortaya konmasıdır.

Siyasi Düşünce Tarihi ? Kronolojik sıra içinde konuların verilmesidir.

Siyasi Düşünce Nerede Başlar ? Eski Yunanda, Çin de, Avrupa vb.

Modern Siyasi Düşünce : Doğal durumdan è toplumsal duruma geçiş = iktidar biçimleri, toplumsal sözleşme vb.

Siyaset bilimi è Siyasal kurum ve alışkanlıkların ne olduğunu

Siyaset Felsefesi è Nasıl olması gerektiğini anlarız.

 Düşünürler düşüncelerini ortaya atarken

İçinde yaşadığı toplumun yaşamından etkilenir. Dolayısıyla,düşünürlerin düşünceleri kendinden sonraki dönemde yaşar.Siyasal egemenliğin boyutu 15.yüzyıldan itibaren 4 boyut içinde incelenir.

 

1        Grup 16. VE 17.YÜZYIL DÜŞÜNÜRLERİ

Machiavelli                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                Martin Luther                                                                                                                                                                                                                                                                                                               Thomas Hobbes

16. ve 17 yüzyılda toplumun siyasal yapısına egemen olan (düşünürlerin düşünceleri) düşünce şu:Siyasal egemenlik ortaçağ kilisesinden alınarak sivil otoriteye devredilmesidir.

Luther;”Bireysel kurtuluş için bireylerin kiliseye gitmesine gerek yok.Bununla birlikte kilisenin egemenliği zayıflamıştır”.

Hobbes:”Bireyler yaratılış olarak kötüdür.Ama evrene baktığımızda kimileri güçlü kimileri zayıftır. Evrene hakim olanlar ise güçlüdür.Ona göre devlet yönetimi güçlülere devredilmelidir”.

Machiavelli:”Devletin ahlakıyla yaşam ahlakı birbirinden farklı olmalı.Devlet öyle güçlü olmalı ki gücünü korumak için her türlü aracı kullanması meşrudur”.Bu durum ileriki yıllarda bir taraftan laikliğin bir taraftan da milliyetçi ve faşist idealistliğin temelini oluşturacaktır.

16. ve 17. yüzyıllarda devlet yönetimi Mutlakıyetçi krallık haline geldi.  

 

1        Grup 17. VE 18.YÜZYIL DÜŞÜNÜRLERİ

      John Locke                                                        Thomas Paine                                                                                                                                                                                                                             Monteguiceu                                                                                                                                                                       j.j. Rousseau

Bunların koyduğu devlet anlayışı: Devlet yasalara bağlı olarak bireylerin hak ve hürriyetlerini koruyan,bireylerin iradelerinin temsil edildiği bir yönetim anlayışını savunmuşlardır.

17. ve 18.yüzyılda bireyi esas alan be yöneten–yönetilen ilişkileri ön planda(mutlak otorite)

John Locke:Bireyler özgür ve eşittir.Bireysel tercihler ne kadar teşvik edilirse toplumsal refah o yönde ileri olur.Bu görüş kapitalist devlet anlayışının temelini oluşturmuştur.

 Thomas Paine.İnsan haklarını esas almaktadır.Hak ve özgürlükler uğruna yapılanlar değiştirilebilir demektedir.

Not:Batı medeniyetinin kaynakları:

1.       Hıristiyan inancı

2.       Roma ve Yunan kültürü

3.       Bireyselcilik

 

3.       Grup 18.VE 19. YÜZYIL DÜŞÜNÜRLERİ

Burke                                                                                   Manzini                                       Hegel

18.ve 19.yüzyılda ortaya koyulan düşünce; 16.yüzyıldan itibaren otoritenin dinsel otoriteden sivil otoriteye geçişte bu sivil otoritenin .......

Ulus – devlet düşünceyle birlikte insanlar ait olduğu topraklar üzerinde kendi kendini yönetme hakkına sahiptir.Bu düşünce Ulus devletlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Hegel:”Devlet bir organdır ve Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisidir.Bu nedenle devlet korunmalıdır”.Hegel’in bu düşüncesi 20.yüzyıldaki faşist ideolojilere kaynaklık eder.

Burke:Bu ulus devlete muhafazakar değerleri eklemiştir.Geçmişten gelen değerleri Ulus devlete bağlamıştır.

18.ve 19.yüzyılda milliyetçi ve ulus devlet anlayışları 16.yüzyılda olan kilise değerleri gibi ilahi bir güce dayandırılmaya başlandı.

 

4.       Grup 20. VE 21.YÜZYIL DÜŞÜNÜRLERİ

20.Yüzyılda ulus devlet yapılarına marsist ideolojisi eklenir.Bir taraftan liberalizmi eleştirirken diğer taraftan ulus devlet yapılarını da eleştiriyordu.Bireyin eşit ve özgürlüklerin sağlandığı bir mekanizmanın olacağını savunuyordu.

21.Yüzyıla damgasını vuracak olan siyasi egemenlik anlayışı referanslarını demokratik – laik – sosyal – liberal ve hukuk yapısından almaktadır.     

* Sanayi devriminin İngiltere’de olmasının,Fransa’da olamamasının nedeni:Çünkü İngiltere Anglosakson temelleriyle birlikte geleneğine önem vermiştir.Oysa Fransızlar geleneklerine sahip çıkmamışlardır.


Sosyal Bilgiler Öğretmeni İbrahim Başak (Kervanci63)


www.HalilAlpaslan.COM http://www.ders.org/toplist/



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol