ANA SAYFA
     YENİ ANKETLER
     FOTOĞRAFLARIMIZ
     ibrahim başak
     KPSS NOTLAR VE ÖZETLER
     ÖDEV ARIYORUM
     KİTAP ÖZETLERİ
     İZ BIRAKANLAR
     TARİH
     COĞRAFYA
     EDEBİYAT / EDEBİYATÇILAR
     SANAT TARİHİ
     SİYASİ DÜŞÜNCE TARİHİ
     TÜRKÇE / TÜRK DİL BİLGİSİ
     ŞİİRNAME
     => Ozluyorum
     => İstiklal Marsinin Aciklamasi
     => Seni Anlatabilmek
     => Kime Emanet
     => sevmek slaytli 2
     => Bir Gun slayt
     => Seninle Ben
     => Basit Yasayacaksin
     => Baglanmayacaksin
     => Boyle Bir Sevmek
     => Bir Bilsen
     => Son istek
     => Yasiyorum Demek
     => Anilarima
     => nazim hikmet siirleri
     => Orhan Veli Kanik
     => Can Yucel siirleri
     => Oktay rifat Horuzcu siirleri
     => Necip Fazil Kisakurek
     => Cocuksun sen
     => istiklal Marsi
     => Mehmet Akif Ersoy siirleri
     => Arif Nihat Asya
     => Abdurrahim Karakoç
     => Matematikçi Severse
     ATASÖZLERİ
     FIKRALAR
     ÇOCUK MASALLARI
     TÜRK BÜYÜKLERİ
     TÜRK DESTANLARI
     KEŞİFLER / BULUŞLAR
     MAKALELER
     BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ
     ÖZEL MESAJLAR
     VİDEOLAR
     GÜLMECE
     ÖĞRETMENLERİMİZ İÇİN
     ÇOCUK VE AİLE EĞİTİMİ
     BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR
     SORU BANKASI
     AKTÜEL HABER - YORUM
     SİTENİZİ EKLEYİN
     ZİYARETÇİ DEFTERİ
     Şanlıurfa
     Merkez Yardımcı Köyü"
     EKLENEN DOSYALAR
     Farkı Görebilmek
     Merhamet
     Padişahın Kızına Âşık Çoban‏
     Güzel Gören Güzel Düşünür...
     Unutmak
     Meger Sahipsiz Degilmisiz




“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez...Toplu vurdukça sineler onu top sindiremez" - istiklal Marsi




              İSTİKLÂL MARŞI 86 YAŞINDA

1936 yılının Haziran ayında İstanbul Taksim’deki Mısır Apartmanı’nda yoğun bir ziyaretçi akını vardı. Beyoğlu İstiklal Caddesi (Galatasaray) üzerindeki Mısır Apartmanı Abbas Halim Paşa tarafından Ermeni mimar Hovsep Aznavuryan’a yaptırılmıştı. (1910) O günkü adıyla Cadde-i Kebir’deki Mısır Apartmanı Art Nouveau stilinde tasarlanmış, ancak “birinci mimarlık dönemi”nin izlerini taşıyor. Birçok ünlü gibi Mithat Cemal Kuntay ve Fuat Şemsi İnan da Mısır Apartmanı’nda oturmuşlardı.

Mısır’dan hasta ve yorgun dönen Mehmet Âkif Ersoy (16 Haziran 1936) vatanında ölmek istiyor ve diyordu ki “ Cânı cânânı bütün varımı alsında hüdâ/ etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.”

Abbas Halim Paşa ve öteki dostları, Mehmet Âkif’ Ersoy’u Mısır Apartmanı’nda konuk ettiler. Bir ara Nişantaşı Şifahanesinde tedavi gördü. Zaman zaman da Abbas Halim Paşa’nın Alemdağı’ndaki çiftliğinde kalıyordu. Siroz her geçen gün ilerliyor, Âkif’i bitap bırakıyordu.

Mehmet Âkif Ersoy İstiklâl Savaşımızın kazanılmasından mutlu ve mesrurdu. Konuşma İstiklâl Marşı’na geldiğinde de yatağından zorda olsa kalkıyor ve konuklarına diyordu ki;

“- İstiklâl Marşı: o günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. O şiir milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Binbir facia karşısında bunalan ruhların ızdıraplar içinde halâs dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. O’nu kimse yazamaz. O’nu bende yazamam. O’nu yazmak için, o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O milletin malıdır. Benim milletime karşı en kıymetli hediyem budur.”

Halide Edip Adıvar’ın romanına verdiği ismiyle “Türk’ün Ateşle İmtihanı” bütün dünya milletlerini dehşete düşürecek, iştahlarını kursaklarında bırakacak  derecede üstün bir muvaffakiyetle verilmişti.

Vatanın bağrından Namık Kemal’in değişiyle “Düşmanın Hançeri” çekip, çıkarılmıştı. İstiklâl Savaşında Türkler sadece ülkeyi işgal eden Fransız, İngiliz, İtalyan, Yunan ve İtilaf devletlerine karşı mücadele vermiyordu; açlığa, sefalete, hastalığa, imkansızlığa, vefasızlığa, hainliğe karşı da savaşıyordu. Türk’ün zaferi dünyadaki bütün mazlum milletleri de sevindirmiş, örnek teşkil etmişti.

İstiklâl Savaşı’na Mehmet Âkif Ersoy’da katılmıştı. İstanbul’un işgalinden sonra Eşref Edip Fergan’ın yayınladığı ve kendisinin de yazı ailesinde bulunduğu Sebülürreşad dergisi neşriyatına ara vermişti. Sebülürreşad mührü ile birlikte Âkif ve Eşref Edip Kastamonu’ya yerleşerek mücadeleye orada devam ettiler. Mehmet Âkif, Kastamonu Nasrullah Camii’nde verdiği vaazlarla halkı milli mücadeleye davet etti. Onları yüreklendirdi. Şiirleriyle cesaretlerini arttırdı. Öyleki; Genelkurmay Başkanlığı Âkif’in bu çalışmalarını çoğaltarak cephedeki Mehmetçiklere dağıttı.

Balıkesir Zagnos Paşa Cami’indeki vaazları da Nasrullah Cami’indeki kadar şiddetliydi. Hep ümit veriyordu milli mücadelede. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’da Zagnos Paşa camii’nde minberden bir konuşma yaparak halka mesaj verdi, zafer için onları heyecanlandırdı.

Mehmet Âkif Konya’da isyanı bastırdı. Cephe cephe dolaşarak, savaşan askerlerimize umut ve heyecan verdi. Görevli olarak Suudi Arabistan’a gitti. Necid’de kuşçu başı Eşref Bey’in başkanı olduğu heyetle birlikte; isyan eden Şerif Hüseyin’e karşı, devlete sadık kalan Necid Meliki İbnürreşid ile Riyad’da görüştü.

Savaşta müttefikimiz olan Almanlar; Rus, İngiliz ve Fransız ordularındaki savaş sırasında esir olan Müslüman askerleri ayrı kamplarda toplamışlardı. Müslüman esirlere iyi muamele ediliyordu. Bir jest olarak Almanlar, içlerinde Mehmet Âkif Ersoy’unda olduğu bir heyeti Berlin’e davet ettiler. Âkif’in Müslüman esirlere hitaben yaptığı konuşma da Almanlar tarafından konuşularak dağıtıldı.

İstiklâl Savaşı’nın zaferle sonuçlanması Ankara’daki hareketliliği hızlandırdı. TBMM çalışmalarını aralıksız sürdürüyordu. Mehmet Âkif’de önce Biga, sonra Burdur mebusu olarak parlamento’da gayret gösteriyordu.

Genelkurmay Başkanlığı o sıcak günlerde Milli Eğitim Bakanlığı’na müracaat ederek:

“- İstiklâl Savaşımızın mânâsını anlayacak, halka ve askere heyecan verecek ve diger milletlerde bulunan milli Marşlara denk olacak bir marş.” istedi. 

O günkü adıyla “ Maarif Vekaleti” bütün kuruluşlara bu isteği bir genelge ile bildirdi. Ayrıca gazetelere de ilanlar verilerek “ birinci gelecek şiire 500 Lira ve bestesine de aynı şekilde 500 Lira mükâfat” verileceği açıklandı. 

Yarışmaya şiir yağıyordu. 724 şiir gönderildi 6 ay içerisinde. 6 şiir elemeye kaldı.

Hüseyin Suat Bey yarışma şiirinde şöyle diyordu;

“ – Türk’ün evvelce büyük bir pederi/ Çekti sancağa hilâl-i seferi / Kanımızla boyadık bahr-ü Berri / Böyle aldık bu güzel ülkeleri/ İleri arş ileri / Geri kalsın vatanın kahpeleri.”

Matbuat Müdüriyet-i Umumiyesi Muharrirlerinden Kemalettin Kami uzun şiirinin bir bölümünde şunları söylüyor;

“- Göz yaşına veda et/ Ey güzel Anadolu/ Hakkını korur elbet/ Türk’ün bükülmez kolu.”

Yarışmaya Ankara’dan “A.S.’nin gönderdiği şiir de şöyle;

“- Millet aşkı, din aşkı, vatan aşkı uyansın/ Yurduma göz dikenler al kanlara boyansın/ Ya ben, ya onlar diyen silahına dayansın/ Türk oğludur bu millet/ Türk’ündür bu memleket!”

Merzifon İdadisi Hat Muallimi İskender Haki Bey’in şiiri de şöyle;

“- Ey Müslüman, Ey Türkoğlu/ Açıldı İstikbâl yolu/ Benim son günlerimdir / Diyor size Anadolu”

Yarışmaya “M” Rumuzu ile giren sanatçı ise bakın neler sıralamış:

“- Altıbin yıl efendilik yaptın/ Kahraman Türk idi cihanda adın/ Bir ateşten siperdin İslam’a/ Sönmeyen bir güneş gibi yaşadın.”

Kısa örnekler aldığımız yarışmanın son şiiri Mehmet Muhsin Bey’in:

“- Yıllarca altı cephede ateşle kanlara/ Türk’ün hilal-ü dinine düşman olanlara/ Ceddin o, yıldırım gibi sardın zaman zaman/ yüksek başın eğilmedi bir an cihanlara.”

Elemelerde ortaya çıkan bu altı şiir çoğaltılarak milletvekillerine dağıtıldı. Ancak İstiklâl Savaşımızı ve halkımızın kahramanlığını, fedakârlığını anlatan dizeler daha güçlü olmalıydı, daha etkili ve tesirli bulunmalıydı. Duygu çağlayanı aranıyordu, insanları heyecana gark edebilecek, öz ve has kimliğini aktaracak, değerleri yücelikleri, güzellikleri yansıtacak bir şey.

Tek kelime ile bir “milli yemin” arıyordu TBMM.

Maarifvekili ve büyük hatip Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mehmet Âkif’i ziyaret ederek, ondan bir şiir istiyor. Peki neden?!

Finale kalan şiirler beğenilmemiş miydi? Yoksa bir başka husus mu vardı?

O güne kadar Mehmet Âkif’ten bir çok arkadaşı bu yarışmaya katılmasını istemiş, sanatçı hepsini münasip bir dille reddetmişti. Oysa o sırada sırtına giyecek bir paltosu bile yoktu. İhtiyaç sahibi birine vermişti. Ankara’nın o Mart soğukları hatırlanınca kışın nasıl geçtiği bilinir. Mehmet Âkif’te üşüyordu bittabi. Zaman zaman baytar (veteriner) meslektaşı Profesör  Şefik Kolaylı’nın paltosunu ödünç alıyor, sırtına geçiriyordu. İkâmet ettiği Samanpazarı’ndaki Taceddin Dergah’ından, Ulus’taki TBMM’ne gitmek epey bir zaman alıyordu, yol yakın değildi. O günlerde tarım alanı olan bölgede rüzgâr insanları uçuracak kuvvette esiyordu zaman zaman. Hamdullah Suphi Bey’in ısrarını kıramadı, kendisi de “mükâfat vermeyecekleri” sözü alarak şiiri yazmaya başladı. Sabahlara kadar uyumadı. Duygulandığı anları hemen not ediyordu. Duvara yazıyordu, adeta kazıyordu. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı’nın yazımı tamamlandı.

Şiir, TBMM Başkanlığı’na teslim edildi. Oy birliği ile kabul gördü. Defalarca okundu, ayakta alkışlandı. 12 Mart 1921. Peki mükâfat ne olacaktı. 1921in 500 Lira’sı onlarca apartman ederdi. Üstelik Âkif parasızdı. Eşi İsmet Hanım astım hastasıydı, bakıma ve ilaca muhtaçtı.

Mehmet Âkif 500 Lira mükafatı darülmesai (iş evi) adlı Hilâl-i Ahmer’e  bağışladı. Yani Kızılay’a. Kızılay’da hastanelerde tedavi gören yaralı askerlerin ihtiyacı için harcadı.

İstilâl Marşımızı Mehmet Âkif “Karaman Ordumuza”  ithaf etti ve Safahat’a almadı. Ne diyordu marşımız: 

“Korma, sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak.”

“Ey bu vatanın kurtuluşu için milletimizin maddi ve manevi varlıkları için savaşan arkadaş; merak etme, endişelere kapılıp üzülme, yurdumun düşman işgal ve zulmü altında, akşam karanlığı çökmüş göklerinde, gün batımının kızıl şafakları içinde bir alev gibi süzülüp dalgalanan al bayrağımız yere inmeyecek, daima yüksekte kalacak ve onun alevleri, bu topraklardaki son bir ocak yandıkça ve canlı tekbir kişi kalana değin sönmeyecek ve daima yaşayacaktır. (Mehmet Ertuğrul Düzdağ’dan)”

Bütün okullarımızda okuduğumuz İstiklâl Marşı bir iman tazelemektir. Dinamizmdir. Türk dilinin en güzel örneğidir. İyi ki öyle yazılmış. Muhtevası ve duyguları harikadır. Fazilet ve medeniyeti öne çıkarmaktır. Ümittir ve aydınlığa yol almaktır.

İstiklal Marşı tefekkürdür, ruhdur, heyecandır, hikmettir. Şanlı mazimizdir, Kahramanlık destanımızdır, heybetli kimliğimizdir.

Dik bir duruştur.

Özgürlüğün simgesidir.

Milli mutabakattır.

Maneviyat sembolüdür.

Kararlılık, yurtseverlik, özgürlük aşkı ve çağdaşlıktır İstiklâl Marşımız.

Mehmet Âkif Ersoy’a gelince, örnek şahsiyettir.

İmân ve âhlak sahibidir.

Mert ve sarsılmaz bir karakterdir.

Milletin ta kendisi bir insandır.

Toplumun derdini kendine dert edinmiş bir sanatçıdır.

Halkın duygu ve düşüncesiyle donanmış bir yapıdır.

İstikbâli bütün refahıyla arzu eden bir mütefekkirdir.

Dizeleri yumrukları gibi vurucu bir sporcudur.

Yol göstericidir.

Düşünce adamı, fikir önderidir.

Mehmet Âkif Ersoy iyi bir aile babasıdır, hisli bir eştir, iddialı bir güreşçidir. Örnek bir akademisyendir. Fedakar bir milletvekilidir.   

Cömert, mükrim ve çetin eviz bir dosttur. Azimli, vefalı, mütevazi vakur, cesur, mahcup, mukavim, yalnız, daima okur ve okutur, taassuba, cehalete, sapıklığa sonuna kadar düşman, müstağni, sözde ve özde gerçek Müslüman kahraman Türk milliyetçisi, yiğit bir memleket sever, Müslümanlara islamı yeniden okutmaya çalışan entelektüel ahlak sahibi bir sanatçıdır.
His ve fikirleri milletin ve tarihin birer motifi ve tezyiniydi.

“ Toprakta gezen gölgeme, toprak çekilince,

Günler şu heyülayı da ergeç silecektir,

Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,

Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecektir.”

Mehmet Âkif Ersoy diyordu ki “ Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırtmasın.” Ama Mehmet Âkif Ersoylar hep olsun.

İstiklâl Marşımızın yazıldığı, bugün için Hacettepe Üniversitesi Saman Pazarı kampüsü içinde olan Merhmet Akif Ersoy Müzeevi de (Taceddin Dergahı) tarihi dokusunu koruyan bir cazibe merkezi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bağlanmalıdır.

                           

                               BİRKAÇ SÖZ

Mehmed Akif Ersoy'un altmışüç yıllık ömrü, bir destan güzelliğiyle geçti.
Onun dosdoğru şahsiyetini, en insafsız muhalifleri bile alkışlamak mecburiyetinde kaldılar. Cumhuriyet devrimizin en dikkate değer fikir ve sanat öncülerimizden biri de M. Akif tir.
O, bizim mütefekkir şairlerimizdendir; Ümidimizin, imanımızın, çilemizin, vatanseverliğimizin, hürriyet aşkımızın şairidir.

Millî Mücadelemizin maddî ve manevî cephesini omuzlayan kahramanlar arasında, Mehmed Akif Ersoy'u görmeyenlere ve göstermeyenlere, söyleyecek sözümüz de uzatacağımız kitabımız da çoktur.

Cumhuriyet tarihimizde, taassuba, cehalete, tembelliğe ruhsuzluğa - köksüzlüğe... Mehmed Akif öfkesiyle baş kaldırmış kaç şairimizi sayabilirsiniz?

İkinci Mahmud zamanından beri, çağdaşlaşmak yolunda, Milletimize bazen tamamen yanlış, bazen kırk noksanla sakat reçeteler verildiğini, Akif kadar bilen ve bize doğru yolu gösteren kaç şairimizi gösterebilirsiniz?

M. Akif'e göre, Milletimiz, ancak, marifet ve fazilet temellerine dayanarak yükselebilir. Akif'in marifetten kasti: ilimdir, tekniktir, sanattır. Fazilet ise: bizi millet haline getiren maddî ve manevî özellikleriyle kültür değerlerimizdir.

Akif’in SAFAHAT isimli dev eseri, bilgisizliğimize, taklitçiliğimize, yanlış tevekkül anlayışımıza ve Batı Dünyası karşısında kapıldığımız küçüklük duygumuza bir isyan çığlığıdır.
M. Âkif’e göre; "Eski, eski olduğu için atılmaz; zararlı veya faydasız olduğu için atılır. Yeni, yeni olduğu için alınmaz; doğru, güzel ve faydalı ise alınır!"

Türkiye’mizi zaman zaman kasıp kavuran çeşitli buhranlar, bu ölçünün yokluğundan alevlenmektedir.

Yurdumuzun huzurlu, güvenli ve güçlü olması, Mehmed Akif Fikriyatıyla mümkündür. Bugünkü ve yarın ki Türkiye'nin aydınlığı, genç nesillerimize, Mehmed Akif idealizmi vermekle sağlanabilir.

1984 yılında, Ankara'da kurulan MEHMED AKİF ERSOY FİKİR VE SANAT VAKFI:
Milletimize fikirleri, eserleri ve şahsiyetiyle mal olmuş bulunan mütefekkir şairimizin hâtırasını yaşatmak, eserleriyle ve örnek şahsiyetiyle yurt içinde ve dışında bilhassa genç nesillere tanıtılmasını sağlamak.

Fikri, sanatı ve şahsiyeti üzerine yapılacak çalışmaları ve yayınlan desteklemek,
Eserlerinin noksansız ve tenkitli baskılarını hazırlatmak ve yayımlatmak, dergilerde kalmış çeşitli yazılarını ve şiirlerini derleyerek yayın haline getirmek gayesiyle yola çıkmıştır.
Site , bu düşünceyle hazırlanmıştır. Mehmed Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı'ı yeni çalışmalarla sizi tekrar arayacaktır.

Selâm! Sevgi! Saygı!

Yavuz Bülent BAKİLER

 

 

BU DÜNYADAN BİR AKİF GEÇTİ

Gerçek aydın (Münevver) olmanın alâmet-i fârikası, ülkesinin ve halkının sorunlarına vâkıf olup, onların için kendini adarcasına çaba harcamaksa, Akif bu anlamda bir aydındır; ülkesi ve halkı için uç noktada fedakâr bir münevverdir. Akif, millet sorunlarla boğuşurken buna aldırmayıp keyfine bakan bencil insanları nitelemek için "Köy yanar, kahpe taranır." deyimini kullanır, hislerini iyi ifade ettiği için de bu deyimi çok severmiş.çözümü

Akife göre Müslümanlar, İslam'ın özü ve ruhu olan ilim, çalışma, dinamizm, , ilerleme gibi buyruk ve esaslarını anlamamışlar, anlamaya çalışmamışlardır. Bunun sonucu olarak gerilik, yoksulluk, ezilmişlik zengin ülkelere muhtaçlık, Müslüman ülkelerin kaderi olmuştur. Gerçek Müslümanlıkla, Müslümanların durumu arasındaki çelişkiyi Mehmet Akif kadar etkili, gerçekçi ifade edebilen bir başka Müslüman şair ve düşünür çıkmamıştır:yenilik

Her insan gibi Mehmet Akif'in de eksikleri, kusurları olabilir; fakat onun dürüstlüğü, gerçekçiliği ve samimiyeti tartışılamayacak kadar açık seçiktir. Akif hakkında en iyi biyografiyi yazmış olan dostu Mithat Cemal Kuntay'ın şu cümlesi çok yerindedir: "Akif, yalan söylemeye muhtaç olmadan hayatını baştanbaşa anlatabilecek nadir insanlardan biridir."

Akif, dürüst ve gerçekçi olmaya hususi bir ehemmiyet verdiğini Safahat'ta şöyle ifade etmiştir:

Hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim;

İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek;

Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!

Bu mısralarda belirtildiği gibi Akif'in espri ve fıkralarında da ya bir gerçeğin gizli mesajı ya da toplumsal bir sorunun iğnelenmesi, eleştirilmesi vardır. Bazen bir espri, kısacık bir fıkra, ancak bir kitapla anlatılabilecek bir gerçeği kestirmeden açıklayıverir. Akif'in espri ve fıkralarında hep bu anlamda bir maksat, bir niyet hissedilir. Bu değerli insanı ölümünün 71. yılında espri ve fıkralarıyla analım.

TAVSİYE

İlk meclisteki milletvekilliği sırasında Mehmet Akif'i ziyarete gelen dostları kendisine, o günlerde isimleri çok geçen bazı devlet adamları hakkındaki düşüncelerini sormuşlar. Akif'in cevabı bir tavsiyeden ibaret olmuş:

- Ülke geleceğinden ümit kesmek istemiyorsanız büyük adamları yakından tanımayınız.

Mehmet Akif, Mısır'da ikamet ettiği 1930'lu yıllarda Türkiye'den uzun süre haber alamamış. Neden sonra aldığı bir mektupta ise annesinin öldüğü bildirilip başsağlığı dileniyormuş. Akif, bu mektubu gönderen yakın dostuna haklı bir sitemde bulunmuş:

- Yahu sizden bir haber çıkması için bizim evden cenaze çıkması mı gerek?

Akif'in dostlarından Mithat Cemal, yazarlığı kadar şairliği ile de tanınır. Bir gün Mehmet Akif, Mithat Cemal'le birlikte onun önüne gelmişler. Akif, M. Cemal'e evini göstererek, "İşte senin en güzel beytin!" demiş."evinin

(Beyit, Arapçada hem ev, hem de iki dizelik şiir anlamına geliyor.)

Akif, ölümsüz eseri Safahat'ın son cildi olan Gölgeler'i basma işini, Matbaatü'ş Şebab (Gençlik Matbaası) adında bir basımevine vermiş. Fakat bu basımevi sözü edilen eseri basma işini o derece savsaklamış, o kadar uzatmış ki Akif; evi, işi ve matbaa arasında aylarca mekik dokumaktan bezmiş, usanmış. Akif bu durumu anlatmak için şöyle dermiş: "Şeyyebetnî Matbaatü'ş-Şebab" (Gençlik Matbaası beni ihtiyarlattı).

DEVLET BİLE ALAMADI

Akif, Halkalı Baytar Mektebi'ndeki hocalığı sırasında bir gün, okula İstanbul'dan gidip dönen öğrencilerin, aralarında, "Ben yedi trenini aldım, ben yedi otuz trenini aldım..." gibi konuşmalarına şahit olmuş. (Demek ki "binmek" yerine "almak" şeklinde Fransızca taklidi kullanış o zamandan beri varmış. Bu gün de bazı çevrelerde çay veya kahve içmek yerine, çay veya kahve almak; banyo yapmak yerine, banyo almak gibi ifadeler kullanılmakta ve haklı eleştirilere hedef olmaktadır.)

Türk Edebiyatı hocası Akif, gençlere bu taklit kokan konuşmalarının dilimiz açısından yanlışlığını uzun izah etmek yerine şöyle demiş:

- Çocuklar, o trenleri henüz koca Türk devleti bile alamadı, siz nasıl aldınız?

Mehmet Akif, çok sevdiği, saydığı, Safahat'ında kendisinden bahsettiği, kişiliğini idealize ettiği Bosnalı Ali Şevki Hoca ile bir gün, Vefa Bozacısı'nda buluşmak üzere randevulaşmış. Mehmet Akif randevusuna her zaman olduğu gibi tam vaktinde gelmiş. Ali Şevki Hoca ise bir hayli rötar yapmış. Akif, "Üstadım hayırdır, niçin geciktiniz? Randevunuza geç kalmak sizin mutadınız (âdetiniz) değildir." diyerek bir açıklama istemiş.

Ali Şevki Hoca, Küçük Pazar'dan Vefa'ya çıkan yokuşu kastederek, "Azizim, şu Vefa'ya çıkan dik yokuş yok mu, onu çıkana kadar kaç sefer dinlenmek zorunda kaldım. Yaş ilerledi, artık bizden iş geçti" diye özür beyan etmiş.

Akif en güzel esprilerinden birini Hoca'nın bu açıklaması üzerine yapmış:

- Üstadım, sizin hiç haberiniz yok mu? Yeni nesil bahsettiğiniz o yokuşu dümdüz etti!

AVRUPALI VE İSLAM

Mehmet Akif'in I. Cihan Savaşı yıllarında bazı incelemelerde bulunmak üzere Avusturya ve Almanya'ya bir seyahatte bulunduğu bilinmektedir. Resmi yönü de olan bu seyahat sebebiyle Akif, Avrupa'yı ve Avrupalıyı daha yakından görüp tanıma fırsatı bulmuş; çok değerli gözlemlerle Türkiye'ye dönmüştür. Onun gözlemlerinden biri de bir soru üzerine ifade ettiği şu görüştür: "Avrupalı dediğimiz insanların dinleri işimize, işleri de dinimize benziyor."

Mehmet Akif'in Beylerbeyi'nde, dostu Mithat Cemal Kuntay'ın da Çapa'da oturduğu yıllarda, bir kış mevsiminde, bir gün Akif, M. Cemal'i evinde ziyaret etmek üzere söz vermiş. Fakat tam belirlenen ziyaret gününün gecesinde yoğun bir kar yağmış ve bütün İstanbul beyaz örtüyle kaplanmış. Karla birlikte ortaya çıkan fırtına, şehir içindeki deniz ve kara trafiğini adeta felç etmiş. Bırakın Beylerbeyi'nden Çapa'ya gitmeyi, aynı mahallede evden eve gitmeyi bile zorlaştırmış. M. Cemal, böyle bir havada Akif'in gelmesinin imkânsız olduğunu düşünerek şahsi işlerine dalmış. Öğle ile ikindi arası bir saatte ve gün içinde ilk defa olarak kapı çalınmış. M. Cemal kapıyı açtığında soğuktan bıyıkları donmuş, üstünde biriken karlarla canlı bir kardan adama dönmüş vaziyette Akif'i karşısında görünce tam bir şaşkınlığa uğramış. Hemen Akif'i içeri alıp biraz rahatlattıktan sonra sormuş:

- Üstadım, ulaşımın felce uğradığı, insanın evinden dışarı çıkmaya korktuğu böyle bir havada niçin geldin? Gelmemen için geçerli mazeretin vardı. Verdiği cevap Akif'in ne kadar prensip sahibi olduğunun, iyi yetişmiş bir Avrupalıyı bile hayran bırakabilecek bir dürüstlüğün belgesidir:

- Gelmemem için tek bir şey meşru mazeret olurdu: Vefat etmem!

İSMAİL ÖZCAN - İlâhiyatçı- Eğitimci

 

 

Büyük Şairimizi Rahmetle aniyor... Mekanının Cennetul Bakiye ve Peygamber Komsusu Olmasi Dualariyla... Site Yönetimi


www.HalilAlpaslan.COM http://www.ders.org/toplist/



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol