Samimiyet sınavı
18/01/2008 - 08
Ali BAYRAMOĞLU - YENİ ŞAFAK
Türkiye, başörtüsü sorununu 25 yıldır ama özellikle 28 Şubat’ı takip eden son on yılda tartışıyor. Toplum, bu bitip tükenmeyen ve konuşuldukça kısırlaşan tartışmadan yorgundur, bıkkındır. Bir gün geriye bakıldığında herkes bu tartışmanın lüzumsuzluğunu acı bir tebessümle anarken, kaybolan yıllara, yitirilen hayatlara da yanacaktır.
Uzun tartışmalardan yorgun düşenler için hatırlatalım. Türkiye’de başörtüsünü (veya türbanı) herhangi bir kurumda yasaklayan bir kanun yoktur. Değil sorunun en dramatik sahnelerinin yaşandığı üniversitelerde, hatta kamu kuruluşlarında bile başörtüyü yasaklayan bir düzenleme bulunmamaktadır.
Üniversite rektörlerinin yasakçı uygulamasına referans teşkil eden husus, Anayasa Mahkemesi’nin bir kılık kıyafet yasasını iptal etmesinden ibarettir. O iptal YÖK’e yasak için dayanak olmuştur. Yani, kanunların anayasaya uygunluğunu denetlemekte görevli Anayasa Mahkemesi bu uygulamayla kanun koyucu parlamento gücü kullanır olmuştur. Ya da mahkemeye böyle bir güç izafe edilmiştir.
Özetle, ortada yasak yoktur, yasağın bahanesi de en başta teknik olarak anayasaya aykırılık içermektedir.
Bugün, Başbakan Erdoğan’ın ‘Başörtüsü siyasi simge değildir ama velev ki simge olsun, simgeleri yasaklayabilir misiniz?’ sorusu ‘türban sorunu’nu yeni bir evreye taşıdı. Bu soruya ‘evet’ diyebilmek için beraberinde, ‘Biz aslında başörtüsüne her şekilde karşıyız. Ne bir dinsel hak, ne de demokratik özgürlük tanırız’ demek de lazımdır. Yani, açık olmak, ‘Biz de Müslümanız, demokratız ama...’ ile başlayan o sıkıcı cümlelere müracaat etmemek, ağızdaki baklaların hepsini çıkarmak gerekir.
Erdoğan’ın hamlesi, sorunu tartışan tarafların pozisyonlarını tümüyle açık etmelerinden başka seçenek bırakmıyor.
Bu çıkışı, ‘Dini istismar... Başörtüsünü siyasete alet etmek’ gibi cümlelerle değersizleştirmek mümkün değildir. Kimse başörtüsüne serbestlik istediği için ‘gerilimi tırmandırmak’la da suçlanamaz. Suçlama yapılacaksa, bugüne kadar neden bir adım atılamadığı sorulabilir. Gerilim varsa da bunu mağdur edenin değil mağdur olanın hukukunu koruyarak gidermek lazımdır.
İnsanlar artık, her çözüm teşebbüsünün ‘gerilim’ bahanesiyle püskürtülmesini inandırıcı bulmuyorlar. Toplumsal mutabakat, başörtüsünün serbestliği üzerinde defalarca ortak irade ilan etmiştir. Bütün kamuoyu araştırmaları, direkt ve dolaylı ölçümlerin hepsi başörtüsünün serbest bırakılmasını önermektedir.
Başörtüsüne özgürlük bugün artık demokrat olmanın samimiyet sınavı haline gelmiştir. Bu sadece siyasi partiler için değil, köşelerinde defalarca başörtü yasağına karşı olduğunu yazdıktan sonra sıra çözüm için adım atmaya geldiğinde ‘gerilim olur, rejim sarsılır’ bahanesini dillendirenlerin de samimiyet sınavıdır. Ya da ‘bugün değilse ne zaman?’ olduğunu açıklamak zorundadırlar. Dün gerilim vardı, bugün var. Peki, ne zaman çözülürse gerilim olmaz... Söyleyin, o gün geldiğinde yasak kalksın!
AK Parti son seçimden zaferle çıkmış, MHP de bir dönemin ardından Meclis’e girerek başarı kazanmıştır. Yani ikisinin de başörtüsü üzerinden oy kazanmak ihtiyacı görünmemektedir. Yine de AK Parti ve MHP’nin girişimine ‘siyaset’ diyenler sorunu kendileri çözsünler; Erdoğan’la Bahçeli’nin elinden o kozu alsınlar.
Evet, bu bir samimiyet sınavıdır.
Başbakan ilk adımı atıp, tabu olana dokunarak sorunun çözümü için büyük yolculuğu başlatmıştır. MHP de kamuoyuna açıkladığı sözün arkasında durup anayasa değişikliği için destek ilan ederek toplumda gerçekleşen mutabakatın merkeze taşınmasına katkı vermiştir.
Aslında sorun bile edilmemesi gerekirken kanayan yaraya dönüşen başörtüsü yıllar sonra ancak toplumun baskısıyla çözüm aşamasına gelebildi. Çevreden merkeze, tabandan tavana tam demokratik bir çözüm iradesi tahakkuk etti.
Yola da çıkıldı... Şimdiden sonra bu yola taş koymak için ya demokrasiyi ya da toplumu tanımamak lazımdır.