İnsanları İdare
Bazı insanlar çeşitli ortamlarda yönetici görevindedirler. İnsanları iyi idare edebilmenin bazı sırları vardır, bunları bilmelerinde de çok yarar vardır. Mesela birisini tenkit edeceğiniz zaman söze onu methetmekle başlayın. Karşınızdakinin hatasını kabul etmesini istiyorsanız, kendi hatalarınızdan bahsedin. Birisine bir şey yaptırmak istiyorsanız, o kişinin o işi sevmesini, istemesini sağlayın. Yada istediği işi yapmasını söyleyin. Yine bir işi yaptırmak istiyorsanız, bunu emir vererek değil de yardıma ihtiyacınız olduğunu belirterek yapın. Karşınızdakinin duygularına değer verin, hissettiği şeylerle alay etmeyin, onları küçümsemeyin. Onları takdir etmekten çekinmeyin. Samimi takdirlerinizi belirgin bir şekilde ifade edin.
Karşımızdakinin yanlışını düzeltmeye çalışmak konusunda yapabileceğimiz bir şey daha var: Yanlışı kolayca düzelir göstermek, yani kolaylaştırmak, zorlaştırmamak.
Eğer karşımızdaki insanın bir hatasını düzeltmesini istiyorsak ona, bunu düzeltmeye meyilli olduğunu, düzeltebileceğini vurgulamak, bu konuda yapıcı olmak ve aynı zamanda yeteneklerini ortaya koyup, eksiklerini yeteneklerinin ardından tespit etmek yararlı olacaktır. Yine bu konu da kendisine güvendiğimizi hissettirmek hataları konusunda yardımcı olacaktır. Kişiyi bunları yapabileceğine inandıracağız ve biz de buna inanacağız. Onu kendisiyle baş başa bıraktığımız zaman da güveneceğiz, güvendiğimizi hissettireceğiz.
Aynı yöntemi yine birisine bir işi yaptırmak istediğimiz zaman da kullanabiliriz. Örneğin çocuğumuzun ders çalışmasını, ev işlerinde yardımcı olmasını istediğimizde yapmasını istediğimiz şeyi gözünde büyütürsek bir başka ifadeyle gözünü korkutursak, yapacağı işe sempati duymak yerine, onu severek isteyerek yapmak yerine ondan kaçmayı tercih edecektir. Oysa yapacağı işi sevdirmek için onun kolay taraflarını, zevkli taraflarını göstermek daha doğru olacaktır. Ancak kolaylıkları gösterirken abartmamak gerekir. Zorlukların da isterse üstesinden gelebileceğinden bahsetmek yerinde olacaktır. Bir de yaptığı işin önemli olduğunu bilmek kendisini önemli hissetmesine sebep olacağından işi severek yapmasına sebep olur. Bu sebeple yaptığı işin öneminden bahsetmek, buna herkesin güç yetiremeyeceğini söylemek, örneğin eşinizin işten yorgun geldiğinde ve işinin oldukça yorucu olduğunu söylediğinde “haklısın işin oldukça yorucu ama sen herkes gibi sıradan bir işle uğraşmıyorsun ki. İnsanlar arasında senin işini yapabilecek, bu işi göğüsleyebilecek çok fazla kimse yok. Üstelik meslektaşların içinde de oldukça başarılı sayılırsın.” Şeklindeki sözler eşinizin yaptığı işin önemine değinerek onu rahatlatmış olursunuz. Çünkü onun için sinin gözünüzde değerli olmak çok önemlidir.
Eşi ev hanımı olan beyler de eşi yorgunluktan şikayet ettiğinde şöyle söyleyebilirler: “Haklısın oldukça yoruluyorsun. Bir yandan evin temizliği, bir yandan yemek, bir yandan çocuklar.. üstelik sen diğer ev hanımları gibi çocuklarını ihmal de etmiyorsun. Onlarla çok güzel ilgileniyorsun. Yemeklerini de baştan savma yapmıyorsun. Onları da özene bezene hazırlıyorsun. Biliyorum çok yoruluyorsun ama, biz sana minnettarız.”
Demek istediğimiz şey karşınızdakine önem verdiğinizi ve yaptığı işin önemli olduğunu hissettirecek şekilde hareket etmektir. Yoksa ne sizin ev hanımı olan eşiniz dünyanın yükünü sırtına yüklenmiş tek ev hanımı, ne de dışarıda çalışan eşininiz onlarca yükün altında ezilmiş kalmış tek kişi. Herkesin kendine göre bir uğraşı var ve her işin kendine göre zorlukları, kolaylıkları var. Burada vurgulanmak istenen ise işinin yorgunluğundan ve yoruculuğundan sıyrılmaya ve sizden destek görmeye ihtiyacı olan eşinize yardımcı olmak. Ona “yoruldum” dediği zaman “aman canım senin yaptığın işi herkes yapar” dememektir. Sizden beklediği değeri ve desteği esirgememektir.
Mesela çocuğunuzun masayı hazırlarken size yardımcı olmasını istiyorsunuz. Bu durumda ona, onun yardımına ihtiyacınız olduğunu, eğer yardımcı olursa çok mutlu olacağınızı, işinizin bir kısmının azalacağını, böylelikle de daha az yorulacağınızı ve daha neşeli olacağınızı ifade edin. Size yardımcı olduktan sonra da yemek yerken yaptığı işin ne kadar önemli olduğunu hissettirin. Örneğin babasına dönerek şöyle deyin. İsmini kullanarak “Ahmet yardım etmiş olmasaydı masayı bu kadar kısa sürede hazırlayamazdım.”
Bu tavrınız ona yaptığı işin ne kadar önemli olduğunu hissettirecektir. Tabi bu tutumlar size yardım etmek görevleri arasında olmayan yani küçük ya da büyümeye yeni başlamış çocuklarınız için geçerli. Yoksa size yardım etmesi gereken yaşa gelmiş, yardım etmesi artık onun görevlerinden biri olmuşsa elbette ki yapmanız gereken bu tavırlar değildir. O zaman da yaptığı işin önemli olduğunu hissettireceğiz ama bunu daha farklı yollarla yapmalıyız. Bu yolları çocuğumuzu iyi tanıyarak onun karakterine, cinsiyetine, yaşına ve hassasiyetlerine göre kendimiz bulmalıyız.
İnsanları idare etmek kadar insanın kendisini de idare etmeyi becerebilmesi gerekir. Bunu yapamadan başkalarına idareci olmak başarıya götürmez. Acaba kendimizi idare edebiliyor muyuz? Kendi yanlışlarımızı görüp, düzeltebilmek için üzerine gidebiliyor muyuz? Yapmamız gerektiği halde yapmak istemediğimiz şeylerin aslında önemli olduğunu ve en güzel şekilde verim almak için yaptığımız işi severek ve isteyerek yapmamız gerektiğini kendimize itiraf edebiliyor muyuz? Hayatımızın bir noktasında durup da kendimize “şimdiye kadar ne yaptım. Neleri doğru neleri yanlış yaptım” dedik mi? Ya da zaman zaman kendimizi durdurup da sorguya çektik mi? Kendimizde nelerin geliştiğini, nelerin aynı kaldığını, nelerin gerilediğini gözlemledik mi? Maalesef insanlarla uğraşalım derken kendimize bakmaya fırsat bulamıyoruz. Sanki kendimizin ilgilenilmeye, hesaba çekilmeye, düzeltilmeye ihtiyacı yokmuş gibi. Oysa herkesten çok kendimizin ihtiyacı vardır. Ne yazık ki karşımızdakinin yanlışını söylerken aynı yanlışın bizde de olduğunu fark edemiyoruz. Çocuklarımıza ağzımızı açıp gözümüzü yumup bağırıp çağırırken aynı yanlışa defalarca kendimizin düştüğünü, hâlâ daha çocuğumuzda görünce sinirlendiğimiz o duruma devam ettiğinizi göremiyoruz. Eşimize yemek tuzlu olduğu için ya da alışverişi eksik yaptığı için bağırırken, söylenirken durup da “ya, ben ne yapıyorum, bu kadar küçük bir şey için bu kadar söylenmenin gereği var mı?” diyemiyoruz.
Evet kendimizi görmeden, yanlışlarımızı düzeltmeden, kendimizi değiştirmeden başkalarını düzeltmeye, doğrultmaya kalkıyoruz. Yapılması gereken hem başkalarını, hem kendimizi uyarmaktır. Kendimizi unutmamalıyız, kendimizden yaptıklarımızdan haberdar olmalıyız. Neyi, niçin yaptığımızı bilmeliyiz.
İnsanları idare ederken yapmamız gereken çok önemli bir şey de, kendimizi onların yerine koyabilmek ve olaylara onların bakış açısıyla bakabilmektir. Karşımızdaki ne hissediyor, nasıl düşünüyor, bunu bilirsek ve kendimizi onun yerine koyabilirsek o kişiyle iletişimimiz daha güzel olacaktır. Örneğin çocuğumuz bir bardak kırdı. Biz de kızarak bağırdık. Bu noktada durup kendimize şöyle sormalıyız: “Biz onun yerinde olsaydık ne yapardık. Neler hissederdik.” Bunu düşünüp bir karara varıp sonra çocuğumuza ona göre davranmalıyız.
Yine bu şekilde düşünmeyi çocuklarımıza da öğretmeliyiz. Oyun oynarken arkadaşının oyuncağını bozan çocuğa annesi babası “üzülme yavrum, yenisini alır veririz” dememelidir. Önce arkadaşının hissettiklerini anlamasına fırsat tanınmalıdır. Çocuk önce arkadaşını yanlışlıkla üzdüğünü görmeli sonra hatasını telafi etmeyi öğrenmelidir.
Eğer başkalarını anlayabileni onların hissettiğini hissetmeye çalışan be kendini onların yerine koyan çocuklar yetiştirirsek toplumdaki suç oranı en aza inecektir. Çünkü işlenen suçların çoğu karşımızdakinin duygularını hiçe saymaktan ileri gelir.