EYLÜL’ÜN NİSAN’A AŞKI
Eylülün bir derdi vardır. O, nisana sırılsıklam âşıktır ve işi gücü baharın nazlı kızını düşünmektir. O savrukluğu, kararsızlığı da bu yüzdendir. Eylülle nisan arasında gizli bir aşk sürüp gitmektedir. Bütün dertleri birbirlerine kavuşmaktır; ama bunun olmayacağı bellidir. Ne yapar nisan? Tabiatın cıvıl cıvıl canlanışı, insanların, yüreklerinde bir kıpırtıyla yollara dökülüşü, çevrenin insanı deli edercesine güzelliğe bürünüşü hep onunla gelmiyor mu? O da insanların içine yaşama sevinci doldurur, çevreye bakma, yeniden dirilişi görme yeteneği verir gözlere. Sonra bitkilere can suyu yürür, ağaçlar durur. Çiçekler rengini ondan alır. İnsana, ağaca, çiçeğe ve dağlardan kopup ırmaklara akan kar sularına gizliden gizliye aşkını işler nisan. Haydi, der. alın benim sevdamı eylüle götürün. Ve sabırsız bir bekleyişe koyulur sonra…
Dünya kuruldu kurulalı böyledir bu. Yaz gelince yapraklar kavrulmasın, insanların yüreklerindeki sevinç eksilmesin diye dua eder nisan. Çünkü sevdasını taşıyan yalnız onlardır. Sonra eylül gelir. İnsan, ağaç, çiçek ve su emaneti teslim ederler sahibine. İşte eylülün bütün şaşkınlığı bundandır. İnsana bir naiflik üfleyişi, neşeli yağmurlarla gelişi, caddeleri, bağ ve bahçeleri belki okulları cıvıl cıvıl dolduruşu bundandır. Ama olan ağaçlara olur. Onlar nisanını sevdasını getirip teslim etmenin yorgunluğuyla yapraklarını bırakıverir rüzgarlara.
Peki, eylül ne yapar bundan sonra? Bütün bu olanlar; güneşin bir açıp kayboluşu, bu kesik kesik yağmurlar, hep aşkın dizlerde derman bırakmayışındandır. Önde zorlu bir kış ve tam altı ay vardır. Sevgiliye ulaşmanın bir yolu olmalıdır. Eylül de aynı yolu seçer. Der ki insanlara: “Bakın, yazın miskinliğinden, yakıcı sıcaklarından kurtardım sizi. Sevecek ne kadar çok şey var etrafınızda… kendinizi şehrin kıyılarına, ormanlara vurun. Bereket ve aşk ayıyım ben, der. Kışa girmeden tabiatı bir daha yoklayın, tadın bütün yemişlerinden. Benim uçuk güneşimde son defa ısıtın içinizi. Güneşi, sevincinizi, ümitlerini doldurun yüreğinize. Kış gecelerini, soğuk ve güneşsiz günleri bu sevinçle bir çırpıda geçin. Bahara ve sevgilime ulaşın. Ona ulaştırın sevdamı.” Çiçeklerin tohumuna, meyvelerin çekirdeğine, anlaşılmaz bir heyecanla akan sulara söyler bunları. İnsanlara söyler. Onlar da bir kış taşırlar içlerinde bu sevdayı. Kış biter bitmez tohumlar, çekirdekler, su ve insan dayanamaz bu aşkın ağırlına, ortalığı çığlık çığlığa bir neşeye verirler. İşte baharın gelişi böyle olur.
Nisanla dünyanın yeniden dirilişi, tutup bizi delicesine hayata bağlayışı, bu aşkın sevinci ve baharın teşekkürüdür. Düşünün bir kere, bu aşk olmasaydı hayatımızın tadı tuzu kalır mıydı? Soğuk ve karanlık kış günlerini, boğucu, kavurucu yazı nasıl geçirirdik? İşimiz hep eylülü ve nisanı beklemekle kolaylaşıyor. Ah, bir bahar gelse, diyoruz; eylülün serinliğine ulaşsak, diyoruz. Aslında biz, bir aşkın salıncağına binmiş, gidiyoruz. Bir sevdanın çemberine yerleşmiş, dönüyoruz. Her şey o aşkın ürünü. Mevsimlerin, ayların, gündüzle gecenin birbirine olan aşkı… Tohumun hayat bulma sevdası, ağacın yeşillenme sabırsızlığı. Bizi yaşatan budur. Aşk, her şeyi hoş göstermeye yetip artar.
Aşkın dili, kelimelerden ve onların yüklü olduğu anlamlardan çok ötedir.
Aşkın başka bir dili, başka bir lisanı vardır.
Sağır olan bir kalp “aşka dair bir şeyler söyle” dediğinde
Sessiz kalmaktan başka ne yapabilirim?
Kalbi aşığın dünyasından haberdar olan kimse
Sadece İyiliğin ve Aşkın fısıltılarını duyar
Aşk sıradan insanın bilmediği dilde konuşur
Boş lafları baş ağrılarıyla birlikte arkasında bırakır.
Aşkı inkar eden hiç kimse bu dili anlayamaz.
Söyleyebileceğimiz hiçbir şey onun kalbini harekete geçirmeye yetmeyecektir.
Aşkın iyiliğinin yolunda boş söz yoktur.