MODERNLEŞME
Latince modernus kavramı, Hıristiyanlığın pagan (çok tanrılı) döneminden farklı bir karaktere sahip olduğunu vurgulamak üzere kullanılmıştır. Modernite, (modernity veya kurumsal alt yapısı olan modernleşme, modernizm) aklın egemenliğinde sosyal ve politik düzenin gerçekleştirilebileceği iddia edilen rasyonel bir ilkeye dayanarak doğmuştur. Hıristiyanlık bu çerçevede ussal bir öğreti, ya da ussallığın gelişmesini meşrulaştırıcı bir hareket olarak algılanmıştır. Bir süreç olarak ise modernite, 15. ve 20. yüzyıllar arasında Rönesans ve reformla başlayan Aydınlanma ve devrimlerle devam eden kültürel, entellektüel ve toplumsal dönüşümleri tanımlayan bir kavram olarak kullanılmıştır.
Modernite bir anlamda, endüstrileşmeyi, pazar sistemlerinin oluşumunu, bilimsel devrimi, teknolojik ilerlemeyi ve ulus-devletin gelişimini açıklamaktadır. Bu durumda modernite status quo ante ye (geçmişteki duruma) bağlı olmadan bilgi edinmeye ve geçmişten ziyade geleceğe ilişkin düşünce ve eylemlere sahiptir. Bir başka ifadeyle, bireylerin mevcut olanlar hakkındaki yargıları ile gelecekte ulaşmak istedikleri noktayı belirleyen modernite yaşamı, aklın egemenliğinde her şeye hakim ve planlı olarak düzenlemektedir. Böylece bireyler bilim ve teknoloji yoluyla eğilim, davranış ve eylemlerini tespit edebilme imkanına sahip olmaktadırlar.
Modernleşmenin Tanımlanması
Coşar, modernite popülaritesinin Aydınlanma dönemindeki önemine vurgu yaparak modernleşmeyi, insanoğlunun insanüstü bir müdahale olmadan, akıl ötesi bir değerin yardımına başvurmadan, kendi gücüyle dünyayı kurabilme ve yönetebilme düşüncesi olarak tanımlar. Black ise modemleşmeyi insan bilgisinin, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir artışla bilimsel devrimleri yaratarak çevresini denetlediğini söyler. Düşünsel alanda modernleşme, aklın mükemmelliği ve gerçeği ile geleneğin reddedilmesidir. Ekonomik açıdan modernleşme, uzmanlaşma ve özerkleşmedir. Mal ve hizmetler mükemmeliyetçi yaklaşımla kusursuzca sunulmaya çalışılmaktadır. Psikolojik açıdan birey, her türlü baskıdan kurtarılmakta, kendi değer ve inançlarının kendisince belirlemesine olanak tanınmaktadır. Siyasal alandaki modernleşme ise, devletin rasyonel hukuki otoriteye sahip olmasıyla, meşru bir bürokratik örgütlenme biçimi sunulmaktadır.
Sarıbay ise siyasal alanda modernleşme sürecini, siyasal sistemin farklılaşması, siyasal kültür, siyasal süreç ve sistemin hakimiyeti olarak ele almaktadır. Modernleşme sürecinde siyasal sistem, aklın ürünü değerler ile akıl ötesi düşünce ve değerleri ayrıştırarak, siyasal alanda Kilise ve devlet arasındaki ilişkiyi belirlemeye çalışmıştır. Eğitim, hukuk ve ekonomi gibi kurumsal yapılar dinsel olarak değil, rasyonel hukuk devletinin ilkeleri çerçevesinde düzenlenmiştir. Siyasal kültür açısından sisteme ilişkin değerler, sistemin meşruluğu, siyasetin anlamı, geleneksel ve dinsel değerler yerine seküler kavramlar ile tanımlanmaktadır. Siyasal sistem otoritesini, meşruiyet kaynağı olarak ulusal güçten aldığı için, dinsel otorite halk egemenliği ile değiştirilmektedir. Bu çerçevede devletin sahip olduğu güç ve yönetme iktidarı, aklın ürünü meşru bir hukuki otoriteye dönüştürülmektedir.
Modernleşmenin Unsurları
Değişme, gelişme ve farklılaşmanın siyasal, ekonomik ve toplumsal alanın içinde bir süreç olarak ortaya çıktığı modernleşme, bireylerin katılımını temel almakta toplumun niteliğini, teknolojik gelişme düzeyini, demokrasinin gerçekleşebilme durumunu, ekonomik ilişkileri, kültürel yapıyı ve toplumun farklılaşma alanlarını belirlemektedir. Modernleşmiş toplumlar, kültürel yapılarına bağlı olarak siyasal gelişme ve değişiklikleri yaşamakta, bilinçlenme ve katılım gibi demokratik kazanımlara en ileri düzeyde sahip olmaktadırlar. Bu yolla modernleşme, geleneksel edinimleri çözerek kırsal değerleri, kentsel alanlara dönüştürmektedir.
Modernite ve bir süreç olarak modernleşme, bireyciliği ve aklın önceliğini vurgular. Bireycilik, bireylerin kendi yaşam tarzlarının, kendileri tarafından belirlenmesi anlamını ifade eder.Aklın önceliği, insanları kilisenin denetiminden kurtarıp onları özgürleştirmiştir. Böylece modemleşme, yeni bir insan tipi yaratmakta ve yeni bir yaşam tarzı sunmaktadır. Özünde değişim vardır ve bu değişim, ileriye doğru tek bir yönde gerçekleşmelidir. Modernleşmenin özgürleştirici ve yaratıcı boyutu, bireysel düzeyde kimlik yoksunluğuna neden olmaktadır. Modernleşme uğruna mevcut olan özgürlükler yok edilmekte, uzmanlaşma yoluyla merkezileşme ve bürokratikleşme artmakta ve bireyin temel gereksinimi karşılanamamaktadır. Bireysellik; bireyi özgürleştirirken, ailesine, çevresine, ve topluma karşı yabancılaştırmaktadır.
Geleneksel toplumun modern bir kurumsal yapıya dönüşmesi, toplumsal, siyasal ve ekonomik alanın farklılaşmasına, özerkliğine ve özgürlüğüne bağlıdır. Katılma ve kurumsal yapıların belirli bir özerklik alanı içerisinde gerçekleşmesi gerektiğini ifade eden Wagner, özgürleşmeyi bilimsel özerklik, siyasal açıdan bireyin kendi kaderini kendisinin tayin edebilmesi (self-determination) ve ekonominin, devletin denetim ve düzenlemelerinden bağımsızlaşması olarak tanımlamaktadır. Özgürleşme temel bir insan hakkı olarak görülse de, kamusal alanda sınırlandırılmakta ve modernite, modernleşmenin ilerlemeci yönünü gerçekleştirirken özgürlük boyutunu baskıya dönüştürmektedir. Farklılaşma, bireysellik ve yurttaşlık kavramları devletin çizdiği alan içinde kalmakta ve modernitenin özgürleşme söylemi, ancak ulus-devlet egemenliğinde gerçekleşmektedir.
Çiğdem ise modernite tartışmasının toplumsal ve kültürel olarak iki biçimde yapıldığını ifade eder: Toplumsal açıdan modernitenin ortaya çıkışı, toplumun modern sistem içinde kurumsallaşması olarak yorumlanmakta ve siyasal bakımdan Fransız Devrimi, ekonomik açıdan Sanayi Devrimi, sınıf yapılan ve toplumsal tabakaları değiştirmekte, bireyciliği yaratan Eğitim Devrimi ise, modern sistemi doğurmaktadır. Böylece modernist ruh, evrenselci bir hukuk sistemi ve seküler bir kültüre sahip olmaktadır. Modernitenin kültürel yorumu ise, kültürel ve akültürel özelliklere sahiptir. Yeni bir dünya görüşü etrafında biçimlenen kültürel motiflerle açıklandığında modernite, toplumsal modernlik olarak tanımlanmakta, aklın operasyonu olarak algılandığında ise, akültürel bir karaktere sahip olmakta ve kültürün, toplumsal modernite tarafından belirlenmesini sağlamaktadır. Modernite, bu durumda kültürden. bağımsızlaşarak her şeyi kendisi belirlemekte ve rasyonel toplumu biçimlendiren modem kültür ile toplumun ahlaki temelleri arasında gerilime neden olmaktadır.
Sosyal Bilgiler Öğretmeni İbrahim Başak (Kervanci63)