ANA SAYFA
     YENİ ANKETLER
     FOTOĞRAFLARIMIZ
     ibrahim başak
     KPSS NOTLAR VE ÖZETLER
     ÖDEV ARIYORUM
     KİTAP ÖZETLERİ
     İZ BIRAKANLAR
     TARİH
     COĞRAFYA
     EDEBİYAT / EDEBİYATÇILAR
     => Tanzimat Edebiyatının Tarihi
     => İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı
     => şiir destan ağıt
     => roman öykü biyografi
     => makale anı mizah
     => Edebi Sanatlar 1
     => Anlam sanatları
     => dünya edebiyatında edebi akımlar
     => Tanzimat edebiyatı
     => servet-i fünun edebiyatı
     => fecr-i ati topluluğu
     => Milli Edebiyat
     => Milli Mücadele Dön. edebiyati
     => Cumhuriyet Dön. Turk Edebiyati
     => Tasavvuf Edebiyatı
     => Divan Edebiyatı
     => Halk Edebiyatı
     => Cönk
     => Halk Şiirinin Muhtev Özellikleri
     => Edebi Eser
     => Edebiyat Tarihi
     => Ölçü (vezin)
     => Mazmun
     => Kaside
     => Gazel
     => Mesnevi Nedir
     => Kıt'a nedir
     => Nazire nedir
     => Tehzil nedir
     => Rubai nedir
     => Tuyuğ nedir
     => Şarkı nedir
     => Muhammes / Tahmis
     => Terc-i Bend / Terkib-i Bend
     => Edebiyatta Tür Bilgisi
     => EDEBİYATÇILAR
     => Şinasi
     => Ziya Paşa
     => Namık Kemal
     => Recaizade Mahmut Ekrem
     => Abdulhak Hamid Tarhan
     SANAT TARİHİ
     SİYASİ DÜŞÜNCE TARİHİ
     TÜRKÇE / TÜRK DİL BİLGİSİ
     ŞİİRNAME
     ATASÖZLERİ
     FIKRALAR
     ÇOCUK MASALLARI
     TÜRK BÜYÜKLERİ
     TÜRK DESTANLARI
     KEŞİFLER / BULUŞLAR
     MAKALELER
     BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ
     ÖZEL MESAJLAR
     VİDEOLAR
     GÜLMECE
     ÖĞRETMENLERİMİZ İÇİN
     ÇOCUK VE AİLE EĞİTİMİ
     BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR
     SORU BANKASI
     AKTÜEL HABER - YORUM
     SİTENİZİ EKLEYİN
     ZİYARETÇİ DEFTERİ
     Şanlıurfa
     Merkez Yardımcı Köyü"
     EKLENEN DOSYALAR
     Farkı Görebilmek
     Merhamet
     Padişahın Kızına Âşık Çoban‏
     Güzel Gören Güzel Düşünür...
     Unutmak
     Meger Sahipsiz Degilmisiz




“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez...Toplu vurdukça sineler onu top sindiremez" - Tanzimat Edebiyatının Tarihi


TANZİMAT EDEBİYATININ TARİHÎ ZEMİNİ

Tanzimat; şu toplumunun alt yapısından gelen bir hadise değil, tepeden inme bir zorlamanın ifadesi olmuştur.

Önce şurasını söylemek gerekir ki, bu suçlamalardan bazıları kısmen doğru olsa bile, Tanzimat fermanının ilanı ve onu takip eden bir sıra ıslahat hareketi tarihi bir zaruret olmuştur. Osmanlının içinde bulunduğu şartlarda böyle bir fermanın çıkarılması kaçınılmazdı.

Bir bütün olarak batı medeniyeti( yahut Avrupa medeniyeti ) vardır ve vakıadır. Bu medeniyet iki kaynaktan beslenmiştir. Dünya görüşünü, felsefesini ve ahlakını Hıristiyanlıktan; sanat ve kültürünü de Greko-lâtin dairesinden almıştır.

Osmanlıların batı medeniyetini tanımaları çok geç asırlarda vuku bulmuştur. Bunun sebebini Türklerin, kurdukları devletin büyüklüğüne inanmalarından gelen bir gururda aramak lâzımdır:17.asırda dünyanın en büyük imparatorluğuna sahip olan bir milletin, yeni gelişmekte olan bir medeniyete itibar etmemelerini, farkına bile varmamalarını tabii görmek lazımdır. Ancak 1699 yılında ilk bozgun alametlerinin yazılı senedi olan Karlofça anlaşması ile batı, siyasi olarak kendini hissettirmiştir.

Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi, elçi olarak Fransa’ya gönderilmiştir. Osmanlı aydını, batı medeniyetini, bilhassa bu medeniyetin üstün taraflarını ilk defa onun kaleminden öğrenecektir. Çelebinin Sefaretnamesi tabiatıyla o medeniyetin dayandığı temelleri değil, dış görünüşünü aksettirir. Çelebi bu eserinde şehirlerin genel şekilleri bakımı hakkında bilgi vermektedir.

Batı’nın, Türk aydını üzerindeki bu ilk tesiri daha sonraki yıllarda, ağırlığını gittikçe artırarak devam eder. Reform hareketleri olan; Nizam-ı Cedid, Tanzimat, Islahat, Kanuni Esasî, Meşrutiyet gibi çalışmalar yapılarak, Batı medeniyetine devlet politikası resmen yöneltilmiştir.

Tanzimat fermanı( 1839) halkın isteği ve desteği olmadan yapılmış bir yeniliktir. Halkın isteğinin ne olduğu hakkında bir ölçü aranmamıştır. Batılı devletleri kendi tarafımıza çekmek için yapılmış bir hareket demek daha doğru olur. Bu tarihten 16 yıl sonra yani 1856’da tamim edilen ve Islahat Fermanı adıyla tarihlere geçen hatt-ı Humâyun, batı devletlerinin baskısını hissettirmektedir. Fermanın cümleleri arsına sıkışmış olan ifadelerde önceki asırlara kıyasla batılı devletlerin varlığına, hatta büyüklüklerine özenme, onları daha medeni kabul etme temayülünü göstermiştir.

Böylece önce sathi sonra derinlere nüfuz eden bir seri değişlik hareketleri,19.asrın ikinci yarısından sonra Osmanlı ülkesinin çehresi değiştirmeye başladı. Her iki fermanın adı olan Tanzimat ve Islahat terimleri, reform hareketleriyle Osmanlı ülkesi kendisine coğrafyasının verdiği doğu-batı arası bir mekâna, devlet idaresi ve kültür alanında da yerleşmiştir.

Yani “İmparatorluk, asırlar içinde yaşadığı bir medeniyet dairesinden çıkararak, mücadele halinde olduğu başka bir medeniyetin dairesine girdiğini ilan ediyor, onun değerlerini açıkça kabul ediyordu.”

 

         EDEBİYAT MEKTEPLERİ VEYA GRUPLARI

Edebiyat tarihleri Edebiyatımızın yenileşme yahut batılılaşma devrini Şinasi ile başlatırlar. Yenileşmenin mühim türlerinden olan tiyatronun basılı ilk yazılı örneği olarak Şinasi’nin Şair Evlenmesi komedisi kabul edilmiştir. Bu piyes 1859’da yazılıp 1960’da yayımlanmıştır. Şiir türünde şekil ve muhteva olarak yenileşmenin ilkeleri olarak kabul edilen Şinasi’nin Reşit Paşaya yazdığı kasideler ile Müntehabât-ı Eş’ar’ının yayımlanması ile başladığı kabul edilir.

Tanzimat edebiyatının iki mühim hususiyeti olan “ Halk için yazmak ve edebiyata düşüncenin ağırlığını vermek ” prensiplerinin kaynağı olan gazete ise 1860 tarihini taşımaktadır. Ayrıca bunun dışında Şinasi’ye ait olan ilk tercüme roman sayılabilecek olan Tercüme-i Telemak’ın neşri de sayılabilir.

Tanzimat edebiyatının başlangıcını 1859 olarak kabul etmek doğru olacaktır. Tanzimat edebiyatının diğer adları; Edebiyatı Cedide, Yeni Türk Edebiyatı, Avrupa-i Türk Edebiyatı, Batı Tesirinde Türk Edebiyatı gibi isimlerle de anılmaktadır.

Tanzimat edebiyatının I.ve II.devreleri şu şekilde adlandırılmaktadır:

q       Şinasi – Namık Kemal – Ziya Paşa mektebi

q       Hâmid – Ekrem – Sezai mektebi diye iki gruba ayrılması âdet olmuştur.

Birbirinin devamı gibi bir intiba veren bu iki grubun arasında herhangi bir ilişki hemen yok gibidir. Bu iki edebiyatın şahsiyetlerinin karakterleri kadar, eserlerinin hususiyetleri de birbirine zıttır.

Mehmet Kaplan, Tanzimattan sonraki edebi devreleri, siyasi ve tarihi hadiselere bağlamayarak, edebiyatın ve edebiyatçıların karakterlerini dikkate almak suretiyle üç grupta mütalâa eder:

1.      Şinasi – Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın temsil ettikleri politik ve sosyal fikirler devri.

2.      Abdülhak  Hâmid ve Recâizade Ekrem’in ifade ettikleri romantik büyük ihtiraslar devri.

3.      Ara neslin eserlerinde kendini gösteren günlük, küçük hassasiyetler devri ( realizm ).

 

Serveti Fünun:

1896–1901 yılları arasında cemiyete küskün şahsiyetlerin bir araya gelmesinden kurulmuştur. Zengin bir sanat dünyasına sığınmayı tercih ederler. Gerek nesir gerekse şiirde derinliği olmayan, sathî fakat estetik açısından itinalı bir edebiyat devrini başlatmışlardır.

Tanzimat inkılâbının bir devlet politikası ciddiyeti taşımasına mukabil,1908 Meşrutiyeti taban daha yakın bir hareket olarak görünür. Askeri bir darbe olarak başlayıp, şuursuz kalabalıkların sokağa dökülmelerine varan bu hareketin, başıboşlukla beraber bir takım fikirlerin su yüzüne çıkması sonucunu doğurduğu muhakkaktır.

Fecri Ati Topluluğu 1909 – 1912  

Yirmi kadar genç edebiyatçının bir araya gelmesi ile teşekkül eden Fecr-i Ati,1908 sonrası edebiyatının politize olmasına bir tepki olarak doğmuştur. Edebiyatı estetik bir temel üzerine oturtmaya çalışmışlardır. Sloganları “ Sanat şahsi ve muhteremdir ” formülüne dayanıyordu.

 

 

 

Milli Edebiyat

Milli kelimesi,19.asrın sonlarına doğru bazı roman ve tiyatro metinlerinde görülmeye başlandı. O zamandaki manası tercümenin mukabili yerli, mahalli demek olmalıdır. Gerçekte, belli bir beyannamesi olmadığından, hatta mensuplarını da belli bir grup haline getirmek mümkün olmadığından Milli Edebiyat cereyanının gerek zaman gerekse de şahsiyet ve eserlerini sınırlamak zordur.

Asıl Milli Edebiyat, Türkçülük ve İslamcılık cereyanlarının, birinci dünya savaşından sonra elde kalan vatan parçası Anadolu üzerinde yeni bir terkibi demektir. Bu toprak üzerinde yaşayan insana eğilen, onun tarihi, kültürünü, yaşayışını benimseyen bir felsefenin doğurduğu edebiyattır. Tanzimat’tan sonra başlayan aşırı batı hayranlığına doğan tepkilerin edebiyata aksetmesi de diyebiliriz.

Mensupları arasında: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Yahya Kemal, Halide Edip, Reşat Nuri, Faruk Nafız, Kemalettin Kâmi, Ömer Bedrettin

 

q       Görülen o ki edebi eserleri, şahsiyetleri, edebiyat mektep ve gruplarını net olarak çizmek ve sınırlandırmak zordur. Bunun nedeni ise edebiyat meselelerinin çoğalması, edebiyatın insan eseri olması ve insanı işlemesi ve ferdiyetçi bir özellik taşıması nedeniyle ayırma ve çeşitli şekillerde gruplaştırma yapılması bir noktadan sonra suni kalmakta ve sadece pedagojik bir değer taşımaktadır.

YENİLEŞMENİN BAŞLANGICI

* Tercümenin Rolü:

İskenderiye, Bağdat gibi ilim merkezlerinin teşekkülüne ve Rönesans’a kadar bütün büyük uyanma ve değişme hadiselerinin içinde tercümenin rolü çok büyük olmuştur. Fertler arasında iletişimi artıran ve zenginleştirdiği gibi toplumlar arasında da medeniyet ve kültür iletişimi temin eden vasıta tercümedir.

Tanzimat edebiyatında ilk edebi tercümenin, Münif Paşa’nın Fransızcadan çevirdiği                    “ Muhârevat-ı Hikemiyye ”(felsefi diyaloglar)olduğunu kabul ederiz.60 yıl önce dışişleri makamındaki Âtıf Efendinin zındık diye vasıflandırdığı Voltaire’den çevrilmiştir.

Bu çalışma Tanzimat yazarlarına bir nevi öncülük etmiştir. Çünkü yabancı eserlere bakış açısı değişmiş bu nedenle öncelikli olarak bu eserlerden faydalı ve güzel olanı almak, bu edebiyata mensup olan yeni edebi tür ve tarzlara daha müsamahalı bakmak gibi bakış açılarını beraberinde getirmiştir. Böylece batıdan roman, hikâye, tiyatro, makale, tenkit, deneme, şiir vb her edebi türden tercümeler yapıldı

   Tercümey-i Telemak adlı eserin çevrisi yapıldı. Bundan sonra Ceride-i Havadis gazetesinde Viktor Hugo’nun Sefiller adlı eseri tefrika edilir. İki yıl sonra da Daniel Defoe’nin meşhur Rubenson’u tercüme edilir. Bu eserden sonra bir tabiat romanı olan Paul ve Virginie adlı eser tercüme edilir.

Bundan sonra tercümenin yolu açılmış oluyordu. Özellikle Fransızcadan yapılan çevirmelerle başlayan batı edebiyatı örnekleri, şiir, roman, tiyatro gibi türlerde görülmesi ile birlikte tesirleri Türk yazarların eserleri üzerinde de görülmeye başlanmıştır. Bu tesirler bazen taklit, bazen adapte(uyarlama) bazen de milli ve mahalli unsurlarla yeni bir sentez yapma şeklinde rol oynamıştır.

* DİLİN DEĞİŞMESİ

 Dilin bu döneme kadar divan edebiyatında elit bir tabakaya hitabet ettiği, bir saray edebiyatının ağırlığı hissedilmekte idi. Tanzimat fermanı ile beraber gelen yenileşmelerle birlikte dile yansımıştır. Edebi eserlerde artık sarayın dışına çıkar, konakların, yalıların, evlerin hatta devrin sonunda sokağın edebiyatı olmaya başlamıştır. Tanzimat fermanında kullanılan millet, halk ve ahali kelimeleri ile hükümdarın danışma meclisleri kurması saray ile halk arasındaki mesafeyi giderek azaltmıştır...

Fermanın özündeki bu felsefe, haliyle elit(seçkin)bir dil yerine umuma hitap eden bir dil geliştirmeye başlayacaktır. Dilin sadeleşmesinin ikinci ve belki daha mühim bir sebebi gazetenin çıkmasıdır. Bu bakımdan gazetenin kitaptan farkı, kitabın satıcı raflarında aylarca bekleyebilmesine mukabil gazete günlük satılan ve tüketilen, belli bir tiraja ulaşacaktır. Bunun için de günümüz basınının aradığı sansasyonel (heyecan yaratan, olağanüstülük, dikkat çekici) olma yolu, Tanzimat Türkiye’sinde, halka halkın diliyle hitap etmek demekti.

Tanzimat edebiyatının ikinci devresinin ( Ekrem, bilhassa Hamid ) halka hitap etme gibi bir meseleleri olmadığından dilin sadeleşmesinde kendiliğinden doğan bir duraklama hissedilir. Bu durum, Servet-i Fünun’da yeni arayışlara sebep olmuştur.

Servet-i Fünuncular; herkes tarafından anlaşılmak yerine, ahenk bakımından veya diğer sanat endişeleri açısından güzel olan kelimelerin peşindeydiler. Bu amaçla bilinmeyen kelimeleri kullanarak, Arapça ve Farsça köklerden kelime türetilerek yeni kelimeler uydurmaya çalışmışlardır.     

 Dilde sadeleşme hareketi, tartışmalara sebep olmuştur. Türkçülük hareketine bağlanan sadeleşme, zaman zaman farklı isimlere bürünür: Yeni lisan, tasfiyecilik, halk dili gibi isimler. İşin gerçek tarafı, dilin küçük bir elit zümreye değil, umuma hitap edecek seviyede olmasının, hemen herkes tarafından kabul görmesidir. Münakaşa, bu konuda ifrat ve tefrit tarafları arasındadır.

Edebi türlerin gelişmesiyle, batıdan yeni edebi türlerin girmesi ile bir şiir, roman, tiyatro, hikâye, makale, diyalog ve psikolojik tahlil veya tasvir dilinin teşekkülü meselesidir. Hatta batı dillerinin, bilhassa Fransızcanın tesiri ile Türkçe cümle sentaksı (cümle bilgisi) da uzun bir devre içinde değişikliğe uğramaktadır.

Dilin değişmesinin bir yönü de Türkçenin bir takım yeni kavramlara açılmasıdır. Bunlar memleketimize giren bazı yeni teknik aletlerle veya değişmekte olan hukuk, siyaset, eğitim, edebiyat vs. alanlarıyla ilgili kavramlardır. Bu kavramlar Dilimize kazandırılırken bir kısmı doğrudan doğruya, bir kısmı Farsça ve Osmanlıcadan karşılıkları bulunmak suretiyle yapılmıştır.

Tazimattan sonra yazılmış herhangi bir yazı okunduğunda bu yabancı kavramların tesiri dikkat çekicidir. Bu durum devletçe de göz önünde tutulmuştur, tıp, hukuk ve diğer alanlarda terimlerin karşılıklarını bulmak için komisyonlar teşkil edilmiş, sözlükler çıkarılmıştır.

Dildeki bu yabancılaşmanın tesiri ile birlikte Batılılaşmak sevdasıyla Avrupa’nın örf ve âdetleri, yaşama tarzı gibi alanlarda geçerli kelime ve tabirlerin, özenti ile kullanılması hemen hemen bütün Tanzimat edebiyatında komik bir unsur olarak yer almıştır. Roman ve tiyatrolarda Avrupa-i tarz hakim olmuştur. Ahmet Midhat Efendinin Açıkbaş tiyatrosu ile Bahtiyarlık, Vah, Felâtun Bey ile Râkım Efendi, Jön Türk romanları, Recaizade Ekrem’in Araba Sevdası, Hüseyin Rahmi’nin Şık gibi romanlar Avrupa özentili eserlerdir.

* TÜRLERİN DEĞİŞMESİ ŞİİR    

Eski edebiyatımızın estetik eksenini şiir oluşturmuştur. Nesir türü ise pek itibar görmemiştir. Nesir bir sanat olarak telakki edilmesi, sadece inşâ tarzında kullanılmıştır.

Şekil, muhtevası ve bunlara bağlı teferruatlı kaideleri olan bir şiir geleneği,19.asır içinde bu türün yeniliğe yahut Avrupaîliğe doğru gelişmesini ağırlatır.

Şiirde şeklin ve muhtevanın değişmesi de Şinasi’nin denemeleriyle başlar. Kaside olmadığı halde adına kâside dediği manzumeler, Şiirden çok makale terkibi içindeki mantıkî silsile, manzum atasözleri, “ safi Türkçe ” takdimiyle verilen beyitler,bu yenileşmenin,kendinden sonraki şairlere gönderdiği bir programı bildirir.

Şiirde asıl büyük inkılâbı, Tanzimatın ikinci devresinde Abdülhak Hâmid yapar. Divan şiirindeki mısra ve kafiyeler, onun cür’etkâr hamleleriyle hürriyetlerini ilân ederler. Aruzda kendi uydurduğu vezinler, hece, hecenin duraksız uzun mısraları, dağınık serbest müstezat mısraları, dağınık serbest müstezat mısraları, kafiyesiz şiirler vs. Çalışmalarıyla ileride Türk edebiyatında çıkacak akımların habercisi olmuştur.

Hamid’le çağdaş olan Recaizade Ekrem, şiirde form ( biçim ) olarak büyük hamlelerin insanı değildir. Tema olarak da tabiat, belki ilk defa olarak kendi varlığı ile şiire girer. Ama bu tabiat derinliksiz ve çocukçadır. Ekrem; şiirde etrafında toplanan gençleri teşvik edici bir rol oynamış, şiirin kendisiyle değil teorisiyle meşgul olmuştur. 

Şiir bir sanat disiplini olarak Servt-i Fünunun da mümkün olmuştur. Şiir sentaksının, mısraa bağlı olmayarak kuruluşu, bilhassa Fikret’in şiirinde usta bir dil hâkimiyetinin tezahürüdür. Fakat bu da, şiirin nesre doğru kaymasına sebep olur. Fikret’in aruzda, Mehmet Akif’ten ve Yahya Kemal’den önceki ilk başarılı hamleyi yapmış olduğunu söyleyelim. Aruzun, Türkçeye mahsus arızalarından kurtuluşunun ilk uygulayıcısı Fikret olmuştur.

Servet-i Fünuncular: Kafiyeli mısraların, hemen her şiirde farklı olarak değişik nazım şekilleri ile tertip edilmesi, batıdan alınma yeni nazım şekillerinin denenmesi divan şiirinde belli vezinlerde kullanılan müstezat şeklinin giderek her vezinde ve her şekilde, şiirin değişik mısralarına dağıtılarak kullanılması, böylece serbest müstezada, hatta serbest nazma doğru bir kapı açılması bunların döneminde gerçekleştirilmiştir.

İkinci Meşrutiyet, her alanda olduğu gibi şiirde de politikayı ön plâna çıkarır. En iyi şiirler, politika yerine fikrî seviyeyi muhafaza edenlerdir: Ziya Gökalp, Mehmet Akif gibi. Bu devirde saf şiiri, gerek form, gerekse tema bakımından temsil eden tek şair hemen hemen Ahmed Haşim’den ibaret kalır.

Türk şiirinin bu siyasi – fikri karakteri, Cumhuriyetten sonrada devam eder. Şekil olarak, hemen hemen hece vezninden ibaret, fakat çok defa bu veznin de başarısız kullanılışlarıyla bu tarz bir şiire 1930’lardan sonra bir reaksiyon başlar.

İkinci dünya savaşının buhranlı yılları, şekil ve muhtevada Abdülhak Hamid’den sonra şiirde en büyük ihtilali getirir. Bazı nüanslarla (farklılık) aynı yılların Fransız şiir akımı sürrealizminden (gerçek üstücülük) kaynaklanan Garip hareketi, şiirde mânâ dışında hemen her forma, her sanata, hatta şiire karşı çıkan bir beyanname ile ortaya çıkmışlardır.

 

*        TİYATRO

Tiyatro da Tanzimattan sonra sahne oyunu olarak edebiyatımıza kazandırılmış bir edebi türdür. Daha önce meddah, karagöz, ortaoyunu ve bunlara benzer seyirlik oyunların hiçbiri bu tarifin içine giremez.

Metne dayalı ilk Türk tiyatro eseri olarak Şinasi’nin “ Şair Evlenmesi ” komedisi gösterilir. 1860 yılında okuyucuya sunulmuş ilk tiyatro eserimizdir. Şinasi’nin başlatmış olduğu, bilhassa bir tiyatro dilinin teşekkülü ve yerli karakterlerin yaratılması yolu devam etmiş olsaydı, bu türde mühim adımlar atılırdı. Hâlbuki Şinasi’den sonraki tiyatrolarda hem sahne tekniği düşünülmedi, hem de, bilhassa Meşrutiyetten sonra siyaset ve fikir tiyatroya haddinden fazla nüfuz etti.

Şinasi’den sonra onu Ali Haydar Bey takip eder: Sergüzeşt-i Perviz ve İkinci Ersas, Daha sonra epey sayıda yazar tiyatro repertuarlarını tamamlayacak eserler oldu. Yalnız bunların çoğunu sahne tekniğinin ihmal edilmiş olması sebebiyle, diyalog şeklinde birer hikaye/roman denemesi olarak kabul etmek daha doğru olacaktır. Komedilerde başarılı olan tiyatro edebiyatı, aynı gücü trajedilerde gösteremez. Abdülhak Hamid’i başa almak şartıyla, bu trajediler, çok defa gerek tarih gerekse coğrafya bakımından yaşanılan devirden ve topraklardan uzak bir egzotizm sergiler.

Tiyatronun, gerek dil gerekse sahne tekniği bakımından olgunlaşması Cumhuriyetten sonraya kalır. Hemen hepsi hececi şairler olan Necip Fazıl, Faruk Nafiz, Halid Fahri, Yusuf Ziya, Ahmet Muhip, Ahmet Kudsi gibi isimler bu türün başarılı sanatkârlarıdır.

*        ROMAN  - HİKAYE     

Tanzimat devrinde, Serveti Fünun’a kadar hikâye ve romanın birbirinden ayrı tutulması mümkün değildir. Hikaye türü, Halid Ziya’nın küçük hikâyeleriyle gerçek hüviyetini bulmuştur. Edebiyatımızda, sadece şiire rağbet edilmesi, nesrin, bahusus hikâye tarzının itibar görmemesi, roman türündeki gecikmenin sebepleri arasında olmalıdır.

Modern hikayeciliğin başlamasında tercümenin büyük rolü olmuştur. Batının o zamana kadar aşina olmadığımız bir takım meseleleri gündeme gelmiştir. İkinci olarak da bu tercümeler eski inşa tarzını zorlayarak, nesir diline daha bir rahatlık getirmiştir.

Avrupa bu hikayesinin bu tesiri veya buna benzer diğer tesirleriyle yerli-klasik unsurların da eklenmesiyle ilk hikaye denemeleri 1870 – 1895 arasında görülür. Bunlardan ilki Ahmed Midhat Efendi’ nin “Letaif-i Rivayâ” adını verdiği uzun hikaye serisinin 1871 yılı içinde neşredilenleridir. Sû-i Zan, Esâret, Gençlik, Teehhül,Felsefe-i Zenan gibi eserler Tanzimat devrinin temalarının küçük bir repertuarını elde ederiz:Esaret,evlenme,kadın,tahsil vs...

Binbaşı Rıfat Beyin Sergüzeşti ve Bir Osmanlı Kapudanının Bir İngiliz Kızı ile Vuku bulan Sergüzeşti adlarını taşıyan bu iki hikaye de, Müslüman Osmanlı ile Hıristiyan Avrupa’nın karşı karşıya gelmesinde iki medeniyetin, iki kültürün, iki geleneğin çatışmalarını, henüz pek sathî de olsa sergiler.

Bu tarihten bir yıl sonra Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat eseri çıkar.Bu küçük roman,halk hikayesi geleneğine,birkaç önemsiz yeni unsur ilave etmekten başka bir hususiyet göstermez.Bu yeni temalar,kız çocukların tahsili,görmeden evlenmekte kadının fikrinin alınmamasından ibarettir.1874’te çıkan Namık Kemal’in İntibah’ı ise edebi romana geçişin ilk örneği sayılmaktadır.

Roman tekniğinden ikinci büyük merhaleyi Servet-i Fünun devrinde ulaşılmıştır. Bilhassa Halid Ziya’nın romanları, sathî bir romantizm ve macera arayan romana,yeni bir yön verir.Basit vak’alar içinde çevre tasviri ve ruh tahlili ön plâna çıkar.

Roman tekniğinin üçüncü büyük başarısı, Peyami Safa ile başlar.1930’lardan sonra Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Matmazel Noralyanın Koltuğu, Yalnızız romanlarıyla psikolojik tahlil, şuuraltı tekniği, yazarın roman içinde tamamı ile çekilmesi gibi örneği görülmemiş bir tekniğin ve ifade tarzının tek temsilcisi olmuştur.

*        TEORİ VE TENKİT

Eski edebiyatımızda güzel şiir yazılmış, fakat teorisi yapılmamış, estetiği yazılmamıştır. Modern manasıyla edebî tenkit ve edebiyat teorileri de, Tanzimattan sonra bu alanda yazılan yazıların ilkeleri, umumiyetle edebiyatımızın yenileşmesi içinde,eski edebiyatımızın tenkidi mahiyetindedir. Nitekim Ziya Paşa’nın meşhur Şiir ve inşa makalesi bu tavrın öncülüğünü yapmıştır. Makale, divan edebiyatının karşısına halk edebiyatını çıkarır. Ayrıca Namık Kemal yazdığı tenkit mukaddimelerde önemli bir yer tutmaktadır.

Tanzimatın ikinci devresi, edebî tenkit ve edebiyat teorisine dair kitap ve makalelerin, öncekine göre daha ciddî ve daha yoğun olarak neşredilmiştir. Recaizade Ekrem’in Talim-i Edebiyatı ise yenileşen edebiyatın ilk teori kitabı olur. Ekrem Beyin şiir kitapları için yazdığı takdir yazıları Takrizât adı altında bir araya getirilmiş ve diğer edebiyat şairleri için yol gösterici olmuştur.

Muallim Naci’nin Ekrem’le giriştiği tartışmalar ve münakaşalar da bilhassa şiir türünün gelişmesinde, tenkit tarihimiz için mühim bir hadise olmuştur. Muallim Naci Beşir Fuad’la muhaverelerini teşkil eden kitapları İntikad adıyla çıkarmıştır.

19.yüzyılda Osmanlı basın hayatının, çok dikkate şayan bir tenkitçisi olan Beşir Fuat. Fikri yapısıyla bir medeniyet krizinin adamı olan bu zat, edebiyat ve düşünce alanında, tenkit ve münakaşa adabını devrinde hemen tek başına temsil etmiştir. Pozitivist ve materyalist olan Beşir Fuat fazla hayalci olması onu ilmi gerçeklerden uzaklaştırıp sakat bir yol izlemiştir. Bununla birlikte, romantizmin ve realizmin en ciddi ve objektif tenkidi onun tarafından yapılmıştır.

Servet-i Fünun edebiyatı, tenkit sahasında da büyük bir zenginlik gösterir. Başta kendini tamamıyla edebi tenkit alanına vermiş olan Ahmet Şuayb olmak üzere, devrin romancı ve şairleri edebiyat teorisi ve tenkiti üzerine birçok yazı yazmışlar ve bu türün kültür seviyesine katkıda bulunmuşlardır. Cenap Şahabettin,Halit Ziya,Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf, İsmail Safa gibi yazarlar tenkit türünün gelişmesinde önemli çalışmalar da bulunmuşlardır.

* TEMALARIN DEĞİŞMESİ

Tanzimattan sonra yeni gelen edebi türlerle, eski edebiyatımızda olup da değişikliğe uğrayan türler, temaların da farklılaşmasına sebep olmuştur. Tür ve form (biçim) larda eski gelenekle yeninin çatışması vardır. Temalarda yeni tanınmaya çalışılan bir medeniyetin düşüncesi, meseleleri, yaşama tarzları, ahlak telakkileri gibi etmenlerin toplumumuzdaki değerleri temelden değiştirme temayülüyle edebi türlerin temalarını da değiştirmiştir.

 

* DÜŞÜNCE AKIMLARI

T.edebiyatının umumi karakteri, edebiyatı toplumun hizmetine vermektir. Eski edebiyatımızda değer verilen hikmet (bilgelik, irfan), halk için yazılan edebi eserlerde, giderek didaktik (eğitici, öğretici) bir karaktere bürünür.

Düşünce akımları aydınlarımız tarafından pek şuurlu olmayarak, adeta el yordamıyla Avrupalılaşmak, Batılılaşmak, asırlaşmak, modernleşmek ve çağdaşlaşmak adları altında düşünce hareketlerini Osmanlı basınına aktarabildikleri fikirlerinden ibarettir. Aydınlarımız Batının rasyonalizm, materyalizm, pozitivizm gibi felsefi cereyanların yanı sıra edebi akımlar; klasizm, romantizm, realizm natüralizm gibi fikir akımlarını tam anlamıyla temsil eden bir yazarımız yoktur. Ancak yazarın bir yazısında ki fikirden dolayı etkilenmiş denilebilir.

T. devrinde batıdan gelen bu dağınık fikir akımlarını iki büyük grupta toplamak mümkün olur; Demokrasi ve Medeniyet. İlk Meclis-i Meb’ûsan’ın kapanışına kadar olan devrede medeniyetçilikle beraber demokrasi düşüncesinin yayılmasına mukabil, Meclisin dağılmasından ikinci meşrutiyete kadar, rejim meseleleri ikinci plâna itilerek medeniyet fikri rölyef ( kabartma ) kazanır.

   T. devri fikri ve edebi yazılarında, demokrasi kavramına, bu adıyla rastlayamayız. Başlangıçta sadece istişare ( şura ) fikri etrafında Padişahın danışabileceği bir usul olarak düşünülmüş ve bunu T. Fermanı ilk işaretlerini taşımıştır. Belki mühim olan, Padişahın, çıkarılacak kanunlara aykırı hareket etmeyeceğine dair fermanda teminat vermesidir. Böylece Padişahın yanında bir meclis teşekkül etmiş oldu. Her ne kadar bu meclis bir millet meclisi değil, devlet meclisi karakteri taşıyorsa da meşruti bir rejimin ilk temellerini göstermektedir.

Meşveret usulü ile ilgili bir layiha yayınlanır. Yaradılış itibariyle aynı düşünmediği, oybirliğini sağlamanın güç olduğu, bu nedenle meclis üyeleri fikir reylerini serbestçe söyleyecek, müzakere edilecek konular üzerinde görüşlerini rütbelerine bakılmadan dile getirecek bir uygulama getirilmiştir. Partisiz bir muhalefet sistemi oluşturuldu.

Devlet tarafından aralanan bu kapıdan, kısa zaman sonra, önce devlet ricali daha sonra birtakım fikir adamları, şairler ve edebiyatçılar uzanmaya başladı. Herkesin fikrini serbestçe söyleme imkânını bulduğu bir ortamın oluşması giderek bir fikir hürriyeti ve parlamenter rejim havası estirmeye başladı.

Böylece önce sarayın verdiği imkânlarla, daha sonraya saraya rağmen ve ona karşı bir mücadele karakteri kazanan hürriyet ve rejim kavgalarının başlangıcı bu danışma havasından kaynaklanmıştır. Bu tartışmalar iki noktada toplanıyordu: Biri, hükümdarın tek başına karar vermemesi, yapılacak kanunlara kendisinin de uyması gereği; diğeri de bu danışma mekanizmasının giderek bir parlamento hüviyeti kazanmasıdır.

Bütün gelişmeler esnasında getirilen meşveret ve şurâ sisteminin zeminini oluşturmak için dini bir takım kaynaklar bulunmaya çalışılmıştır. Çünkü: Avrupa netice itibariyle, kültürü, yaşama tarzı, ahlakında olduğu kadar rejiminde de Hristiyânî bir temele dayanır. Tanzimat yazarları da bu parlamento sisteminin İslamiyet’te de olduğu savunulmuştur.

Bu pre-demokratik düşüncelerin ulaşacağı sonuç hürriyet fikridir. Tanzimat edebiyatının hürriyet fikri, bütün sansürlere rağmen,yurt dışından gelen risaleler okunma alanı bulmuştur. Şinasi, Namık Kemal,Ziya Paşa gibi yazarların işledikleri konuların teması genelde hürriyettir.

Hürriyet, devrin romanında silik bir tema hâlinde işlenmiştir. Ahmet Midhat’ın felsefe-i Zennan, Şemseddin Sami’nin aynı yıllarda basılan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat (1872).Bu eserde hürriyet bir nostalji havasında işlenmiştir.

Medeniyet fikri ise edebiyattan önce, Tanzimatın ilânı yıllarından itibaren Osmanlı aydının konusu olmuştur. Fakat bu konuda, Islahat fermanındaki ifadeler eski bir medeniyetten yeni bir medeniyete geçiş değil, batı medeniyeti tek bir medeniyet olarak düşünülmüş ve büyüklüğü övülmüş. Şinasi, Namık Kemal, Ziya paşa gibi aydınlar çeşitli makaleler yazmışlardır.

Tanzimatın ikinci devresinde Ahmet Midhat Efendinin, roman ve hikayelerinde batı medeniyetinin bütününden değil, onun zararlı taraflarından, batının bize nüfuz eden değerler karşısında milli bir direnmenin olmasını işlemiştir.

Batı düşünce sisteminin diğer bir etkisi dini duygular üzerinde olmuştur. Dini inancın bazı felsefi fikirlerle birleşmesi sonucu inanmada şüphe, tereddüt ve reddetme gibi tavırları beraberinde getirmiştir. Özellikle Şinasi yazdığı müntehabat’ında geleneğin dışına çıkmış bir münacat yazmıştır. Bunun yanında Ziya paşa yazdığı terc-i bendlerle Allah’ın büyüklüğü,kader karşısındaki acizliği,ezilmişliği işlemiştir.

Baha Tevfik ve Abdullah Cevdet ise materyalizm ve ateist görüşlere dayanan yeni bir medeniyet dinin temsilcisi olurlar.

*  AİLE VE KADIN

Tanzimatla beraber en çok değişmeye uğrayan kurumlarımızdan biri de ailedir. Bu konu eski âile müessesesinde değişmesi gereken tarafları işlemiş, yanlış evlenmeler, görmeden evlenmeler, birden fazla evlilik, örfleri zorlayan yasak aşklar gibi konular, tiyatro ve romanların değişmeyen teması olmuştur.

Birbirinden farklı yazarların, kadın konusunda birleştikleri nokta, artık değişmekte olan toplumda, kadının da, gerek İslâm’i, gerek Avrupai bakış açısından, yerini almasıdır.

Devrin popüler romancısı Ahmet Midhat Efendi, Osmanlı kadının batılı kadın tipi karşısında iffetini koruması, tesettüre riayet etmesi, kadın-erkek ilişkilerinde sınırın aşılmaması şartıyla: hususi veya resmi tahsil görmesini, yabancı dil bilmesini, yazı yazmasını, bir takım mesleklerde çalışmasını ister.

Tanzimat romancısı, aşk konusunu işleyen eselerde, evlilik dışı münasebetlerde Türk kadınını düşürmemeye büyük dikkat gösterir.

          *      ESARET

Tanzimat romanında esaret, sosyal bir problem olarak değil, daha çok romantik ve melânkolik bir duyguya temel olarak, ikinci dereceden bir tema hâlinde görülür. Kafkasya’dan kaçırılan, sonra satılan kız ve erkek çocuklar fevkalâde tesadüflerle birleşen esir kardeşler. Efendi ile cariye arasında tek taraflı, muhabbet duyguları, kölelerin çok uzak ve meçhul diyarlarda kalan vatan topraklarına nostalji (hasret, özlem)leri, kaderlerine karşı isyan gibi duygular bu devir edebiyatının hissi çerçevesini oluşturur.

 

          *      TEMALAR

Eski edebiyatımızda, muradına eremeyen âşıkların yataklara düşüp hastalanmaları, tanzimattan sonra daha romantik bir şekilde görülür. Adeta edebiyatımıza bir verem hastalığı sirayet etmiş olur.

sosyal bilgiler öğretmeni ibrahim BAŞAK (kervanci63)


www.HalilAlpaslan.COM http://www.ders.org/toplist/



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol