ANA SAYFA
     YENİ ANKETLER
     FOTOĞRAFLARIMIZ
     ibrahim başak
     KPSS NOTLAR VE ÖZETLER
     ÖDEV ARIYORUM
     KİTAP ÖZETLERİ
     İZ BIRAKANLAR
     TARİH
     COĞRAFYA
     EDEBİYAT / EDEBİYATÇILAR
     SANAT TARİHİ
     SİYASİ DÜŞÜNCE TARİHİ
     => Machiavelli
     => Thomas Hobs
     => John Lockce
     => Montesguieu
     => J.J.Rousseau
     => Thomas Paine
     => Edmund Burke
     => Georg Wilhelm Friedrich
     => Joseph Mazzini
     => Karl Marx
     => Aydınlanma Kavramı
     => Modernleşme
     => Liberalizm Kavramı
     => Sosyalizm Kavramı
     => Ulusçuluk Kavramı
     => Faşizm Kavramı
     => Muhafazakarlık
     => Yeni Sağ ve Yeni Muhafazakarlık
     => Atatürkçülüğün Tanımı ve Önemi
     => Öğrenilen Bilgiler Işığında Durumsal Değerlendirme
     TÜRKÇE / TÜRK DİL BİLGİSİ
     ŞİİRNAME
     ATASÖZLERİ
     FIKRALAR
     ÇOCUK MASALLARI
     TÜRK BÜYÜKLERİ
     TÜRK DESTANLARI
     KEŞİFLER / BULUŞLAR
     MAKALELER
     BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ
     ÖZEL MESAJLAR
     VİDEOLAR
     GÜLMECE
     ÖĞRETMENLERİMİZ İÇİN
     ÇOCUK VE AİLE EĞİTİMİ
     BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR
     SORU BANKASI
     AKTÜEL HABER - YORUM
     SİTENİZİ EKLEYİN
     ZİYARETÇİ DEFTERİ
     Şanlıurfa
     Merkez Yardımcı Köyü"
     EKLENEN DOSYALAR
     Farkı Görebilmek
     Merhamet
     Padişahın Kızına Âşık Çoban‏
     Güzel Gören Güzel Düşünür...
     Unutmak
     Meger Sahipsiz Degilmisiz




“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez...Toplu vurdukça sineler onu top sindiremez" - Edmund Burke


EDMUND BURKE 1729-1797            1

Avrupa’nın toplum yapısı, 18. yüzyıla kadar köklü bir değişime uğramamıştır. 16. yüzyılda insanın sanata olan merakıyla başlayan ve 17. yüzyılda insanın, doğa yoluyla Tanrıyı açıklamasına yönelik çalışmalar, 18. yüzyılda rasyonel insanın keşfedilmesi ve insanı özgürleştiren doğa yasanın da etkisiyle yeni toplumcu görüşler ileri sürülmüştür. 18. yüzyılın sonunda modern Avrupa’nın ortaya çıkmasına neden olan en önemli hadise, felsefi temelleri daha önceki yüzyıllarda atılan ve ideal toplumdan rasyonel toplum düzenine geçişe son noktayı koyan Fransız Devrimi olmuştur. Devrim düşüncesi 19. yüzyıl boyunca ulusların ve sınıffların kendi kaderlerini tayin etme taleplerini gerçekleştirme mücadelesine dönüşerek bir çok ulus yaratmıştır. Burke’ün en dikkat çekici tavrı, 18. yüzyılın toplum yapısında ortaya çıkan rasyonel düşünce ve onun neden olduğu Fransız Devrimi’ne, önce eskiye ait olan her şeyi temelden yıktığı ve yeni rasyonel toplum düzeninin, insanların rızalarına dayanmadan kurulduğu için karşı çıkması olmuştur. Bu durum Burke’ü muhafazakarlığın mihenk taşı haline getirmiştir çünkü düşüncedeki duruşu, araçsal akılla geliştirilen hesaplanabilir evren tasarımlarına karşı çıkmaktır. Rasyonel toplum düşüncesini gelenek ve tarihle açıklayan Burke geleceğin, geçmişin kopuşu değil, onun devamı olduğunun somut tahlillerini yapmıştır. Burke’ düşünce tarihindeki bir başl önemi de hiçbir zaman soyut terimlerle siyasal felsefe yapmamış, düşüncelerini somut gerekçelerle ortaya koymuştur.

Edmund Burke’ün Hayatı Ve Eserleri

İrlanda kökenli İngiliz düşünürü E.Burke 1729’da Dublin’de, Katolik anne ve Protestan olan avukat babadan doğdu. 1750’de babasının etkisiyle İngiliz barosuna girmek için Londra’da hukuk öğrenimine başlayan Burke, hukuk eğitiminin kendini yetiştirecek bir alan olmamasına inanmasından dolayı, -babasının parasal desteği kesmesine rağmen- hukuk öğrenimini bıraktı. 1757’de İrlandalı Katolik bir doktorun kız, olan Jane Nugent i!e vİendi.

Eserleri:

Burke’ün ilk eseri 1756’da, Doğal Toplumun Haklılığı’dır.

insanoğlu yaratılışında taşıdığı günah nedeniyle doğa durumunda Özgür ve eşit değildi. İnsanların yaşamlarının her alanında eşitsizliğin kaçınılmaz olduğunu belirten Burke, bunun nedenini Vahiy’le gelen mesajın dağıtımındaki eşitsizlikle de açıklamaktadır. Burke’e göre vahiy, lider ve takipçileri arasında bir hiyerarşi yaratmıştır. Mülkiyet ve devletin eşitsiz bir temeli olduğunu vurgulayan Burke, sosyal ve dini eşitsizlik yoluyla Ortaçağ İngiltere’sinde Kilise ve aristokrasinin toplumda özgürlük ve ilerlemeyi gerçekleştirdiğini ifade etmektedir

1757’de yayımladığı Güzel ve Yüce Düşüncelerimizin Köklerine Felsefi Bir Sorgulama adlı eser, Burke’ün siyasal düşüncesini yansıtan önemli bir teorik çalışmadır. ser, Kıta Avrupa’sında estetik kuramın gelişmesini sağlamıştır. Siyasal düşüncesini yüce ve güzel kavramlarıyla güzel; insanı mutlu eden sınırlılık, düzenlilik gibi

terimlerle tanımlanıp toplumu medenileştirirken yüce; insana korkuyla karışık bir saygı göstermekte,bireye güç ve özgürlük vererek,insanın kendini anlamasını sağlamaktadır.

Burke 1789 Fransız Devrimi üzerine 1790 Kasım’ında yazdığı Fransız Devrimi Üzerine yansımalar (Reflecfion On The Revolution in France) adlı düşüncesini yansıtmakla kalmamış, aynı zamanda onu, muhafazakarlığın önemli bir temsilcisi haline getirmiştir.Eser Fransız Devrimi’ni Avrupa medeniyetine tehdit olarak görmekte, Devrim’e karşı İngiliz  Anayasasını savunmaktadır. Bu eseri yazmasının iki temel nedeni vardır.

1.       1614’ten beri toplanamayan Meclis (Etat’s Generux) toplandı ve Avam-burjuvazi’nin meclisteki zaferi aristokrasinin egemenliğini yok etti ve insan hakları bildirgesi yoluyla rasyonel birey ve toplum anlayışı feodal ayrıcalıkların yerini aldı. Devrim düşüncesi Fransa’dan hareketle geleceği geleneğin reddi olarak tüm dünyayı sardı.

2.       İngiliz papaz ve doktor olan Richard Price’ın 4 Kasım 1789’da verdiği vaazda 1688 ve 1789 Devrimlerini karşılaştırarak her ikisinin de üç temel ilkeden hareket ettiklerini söylemesi olmuştur. Bunlar; ( Halkın kendi yöneticilerini seçebilme hakları, yöneticilerin halka kötü davranması durumunda,Halkın kendine uygun hükümeti kurabilme hakkıdır.Burke bu tür hakların millete verilemeyeceğini, gerçekte hakkın taç, Kral, Kilise ve Aristokrasi gibi toplumu oluşturan tüm kurumlarda önceden var olduğunu ve  gelecekte de var olacağını ileri sürerek, bu  iddiaların ancak Fransız Devrimi’nde ortaya çıkan soyut haklar ve rasyonel ilkeler olabileceğini  ifade etmiştir.Burke eserde, Devrimin soyut düzenlemelerinden olan eşitlik,özgürlük ve  kardeşlik kavramlarına karşı,İngiliz geleneksel kurumlarını savunmuştur.Burke’un bu eserine karşı Thomas Paine, İnsan Hakları Mary Wollstonecraft insanın Doğal Hakları adlı eserleri yazdılar.

Edmund Burke’ün Siyasal Düşüncesinin Temelleri

Burke’ün siyasal düşüncesi hem tarihsel hem de pragmatiktir.

1.      Düşüncenin Estetik Dayanakları: Yüce Ve Güzel

Burke’ün siyasal düşüncesi bireyden topluma, politik davranışın yüce ve güzel olarak

tanımlanmasına dayanır. Aile, kurum ve devlet içinde istikrarlı bir yapının kurulmasında iki temel estetik kategori olan yüce ve güzel kavramlarını, psikolojinin temelinde yer alan bireyin korku ve haz duygusuna bağlayan Burke, korku ve hazla bireyin, çeşitli tutkuları muhakeme ederek politik davranışını ortaya çıkardığını söyler. Böylece istikrarlı bir sosyal düzen kuru Ona göre insanoğluna korku veren şey yücedir.Ancak insanoğlu yüce olanı anlamaya çalıştıkça ona karşı,korkuyla karışık saygı besler ve ondan tat almaya başlar. Yücelik davranışlarının  siyasi ve askeri olduğunu, güzelin ise toplumun iç dinamizmini sağladığını söyleyen Burke, siyasal otoritenin yüceliğini, toplumdaki adalete. fedakarlığa ve cesarete dayandırılmaktadır.Ancak bu durumda iktidar meşruluk kazanabilir.

Politik toplumun iktidara yönelik sevgi temelleri sarsılırsa, yönetimin otoritesi yüceli kaybeder ve yargının gücü ortadan kalkar. Zorba siyasetle iktidar olanların meşruluğu yok olmakta ve zorba iktidar gerçekte kılıçla devam edebilen sahte bir yüceliğe sahip olmaktadır.Burke’e göre yücelik, Tanrı dışında somut, sınırlı ve sonlu olmalıdır.Devrimcilerin yüceliği ise sınırsız bir insan iradesi yaratılarak, rasyonel bir hayale dönüşmüştür.

Kısacası siyasal düşüncesinin temellerini Machiavelli ve Hobbes’un insanoğlunun doğasına yönelik acı, korku ve güç açıklamalarını Locke’un haz, güven sevgi düşüncesini güzel kavramıyla siyasi düşüncesinin esteteğini oluşturan Burke’ün siyasal tavrı, insan doğasının değiştirildiği modern düşünceye karşı bir tutumdur.

2.      Doğal Hukuk  Ve Adetler

insanoğlunun eşit, Özgür ve bağımsız niteliğinin doğal durumda, doğal yasaya bağlı olarak hareket ettiğini, bunun ise her bireyin yargıç olma anlamına geldiğini söyleyen Locke, insanların yaşayacakları kötü şartlardan, kendi iradeleriyle yapacakları sözleşme sonucu kurtulabileceklerini ifade etmektedir. Rousseau’da doğal durumda insanoğlunun kendi çıkarını diğerlerine karşı koruduğunu, doğal durumda insanların iç güdüleriyle hareket ettiklerinden dolayı ortamın güvensiz ve arzularının kölesi olduğunu, toplum sözleşmesiyle birlikte elde ettiği hürriyetin kendisini, efendi yaptığına inanır.

Burke doğal yasayı tarihle ve toplumun deneyimleriyle somutlaştırmaya çalışır. Doğal yasayı Tanrının adaletinden doğan ve Tanrı tarafından insanoğlunun kurtuluşuna verilen yasa olduğuna inanan Burke, Tanrının insana verdiği yasanın, aynı zamanda insanoğlunun hakları olduğunu söyler. İnsanoğlu Tanrı yasasına itaat ettiğinde hem insan hakkı gerçekleşmekte,hem de sahip olduğu bu haklarla özgür olmaktadır.İnsanoğlunun doğasının bağlı olduğu değişmez yasa Tanrı iradesine dayanır.İnsanların ödevi itaat etmektir.Herkesin doğal haklarının korunması ve bir sivil toplum içinde güvende olması yönetimin, doğal yasa çerçevesinde kurulmuş olmasına bağlıdır. Doğa durumunda da insanoğlunun muhakeme gücüne sahip olduğunu söyleyen Burke, bireylerin sözleşme yapmadan haklarını sivil topluluğa ve yönetime devrettiklerini, yönetiminde bireylerin haklarını, adalete teslim ettiğini söyler.Böylece bireylerin sahip olduğu haklar, Tanrının adalet yasasından çıkan sosyal bir gerçeklik olup, tarihe göre değişmeyen ve nesiller yoluyla geçmişten geleceğe taşınmaktadır.

Burke, toplumların sosyolojik olarak ilkel ve medeni ayrımına karşı çıkmaktadır. Doğal hakların İnsanlığın ilk dönemlerinde var olduğunu, insanoğlu medenileştikçe ve sözleşmeyle birlikte sosyal haklarını geliştirdikleri iddialarının metafizik söylem olup, insanları kendi doğal durumlarından yabancılaştırdığını iddia eden Burke, insanoğlunun doğasının karmakarışık ve anlaşılmaz olduğunu ve hiçbir pozitif iktidarın ona uygun bir olmayacağını Söyler.Bir toplumda adalet yoksa yasanında anlamı olmaz.Doğal haklar güvenlik,adalet,mülkiyet ve emek gibi bireylerin sosyal yaşamda gerekli olan haklandır.Devlet, bireylerin bu haklarını korumalıdır.

Yasanın ortaya çıkışını toplumun geleneksel yapısına bağlayan Burke’te yasanın amacı, toplumda adaletin eşitçe dağıtılması ve toplumun yararına olan işlerin gerçekleştirilmesidir. Yasa; bireylerin kendi aralarında yaptıkları sözleşme sonucu değil kökleri Tnarıya dayanan ve tarih sürecinde bilge kişilerin hikmetlerinden oluşmuştur. Dolayısıyla insanlar yasayı değiştirmekten ziyade onu yüceltmeye çalışmalıdırlar.Bu durum Burke’ü yasayı ve toplum sözleşmesinin bir unsuru gören kuramcılardan ayırmaktadır. Değişim kaçınılmaz ise yasalar da, doğal duruma bağlı olarak değişebilir. Burke’e göre İngiltere’nin anayasal tarihi tedrici ve ilerlemecidir, insan hakları temelinde ve parlamento ile monarşinin farklı çıkarları arasında güçlerin dengesine bağlı olarak gelişmiştir. Burke yasanın ancak toplumun örf ve adetlerine ağlı olarak değişebileceğini aksi halde iktidarın zorbalığına,toplumun direnç göstererek iktidarı ortadan kaldırmanın ve geçmişin değerleriyle bütünleşen yeni bir iktidar kurmanın zorunlu olabileceğini açıklamaktadır.

18. yüzyıl düşünürü Burke, Avrupa toplumunda iki farklı durumdan bahseder: Birincisi Hıristiyanlıktan doğan dinsel ve aristokratik beyefendi ruhudur. Bu ruh; Ortaçağdan itibaren İngiltere’yi ve Batı Avrupa’yı medenileştirmekte, insanların yaşantısını iyileştirmekte ve insan ilişkilerini özgürleştirmektedir. Rasyonalist felsefe ve Fransız Devrimi’nin ürünü olan durum ise. vahşi ve despot yönetim ile toplumun köle olmasını getirmiştir. İnsanlar hangi sistemde yaşarlarsa onun, örf ve adetlerine bağlıdırlar.

Burke, devletten aileye toplumu oluşturan bütün kurumların düzenini sağlamada durumların,yasalardan daha önemli ve etkili olduklarını söyler. Çünkü onlar yazılı değildir ve adetlerle düzenleme yapılamaz Ancak yasalardan daha fazla işlevseldirler. Gruplarda ve resmi olmayan ilişkilerde canlı olarak yaşarlar. Onlar yok edilirse kurumlar yolsuzlaşır.

Ahlaki değerlerden şekillenen adetler, sosyal varlıklar olarak insan doğasında köklenmekte, din ve gelenek yoluyla nesillere taşınmaktadır. Böylece âdetler birey, aile ve topluluklarda yasadan daha fazla işleve sahip olmaktadır. Adetlerin toplumdaki işlevsel yasalar, onların yerine geçerek hareket etmemeli, durumları güçlendirerek yasa haline getirmelidir.

Kısaca Burke’ün sistematik olmayan politik düşüncesi din, yasa ve adetlere dayanır. Burke’ün doğal hukuk anlayışı,Tanrının ahlak yasasına bağlıdır.Burke toplumda ahlakın bozulma tehlikesi karşısında güçlü bir yönetimin gereğine inanır. Yönetimin güçlülüğü, Toplumun taleplerini karşılayabilmesine ve saygısını kazanabilmesine dayanır. Yönetim gücünü baskıdan değil, topluma karşı erdemli davranmasından almalıdır.

3.      Edmund Burk  Tarih Ve Devlet Anlayışı

Burke’e göre toplum sözleşmesi kuramcılarından farklı bir sözleşmenin ürünüdür. toplum bir sözleşmedir. Toplum, bireylerin iradelerinden oluşan bir ortaklık değildir.Ortaklık bilgide,bilimde, sanatta. erdemde ve mükemmeliyettedir.Böylesine bir toplumsal ortakılık sadece yaşayanları değil, ölen ve doğacak olanları da içine almalıdır. Burke’ün toplum düşüncesinde, bireylerin seçme özgürlüğü yoktur ve toplum, bireylerin karşılıklı yükümlülüklerinden oluşmaktadır.

Locke ve Rbusse Aydınlanma düşünürleri bireylerin doğal durumlarından, kendi iradeleriyle yaptıkları sözleşme sonucu toplum durumuna geçtiklerini ifade ederler. Esasen Aydınlanma düşüncesi bireyci iradeye dayanan toplum görüşüyle, monarkın kişiler üzerinde, ilahi otoriteye dayalı yönetme erkini yok etmeye çalışmıştır. Dolayısıyla Aydınlanma düşünürlerinin ortaya koyduğu toplum sözleşmesinde öz eşitlik ve mülkiyet gibi vazgeçilmez haklara sahiptir. Burke ise bireylerin her yerde ve her zaman aynı düzeyde hakları olamayacağını, Aydınlanma düşünürlerinin doğal ve toplumsal durum ayrımlarının yanlış olduğunu söylerler.Burke’çü düşünce de doğal durum çağdaşlarının aksine, tarihi olup sözleşmenin içindedir. Çünkü bireyler kendi iradeleriyle sözleşmeye katılmazlar,doğdukları andan itibaren zaten sözleşmenin içinde yer alırlar.

toplumu; neslin, nesille işbirliğinin devamlı bir akışının ürünü olarak gören Burke, Fransız filozoflarının rasyonel toplum anlayışına karşı, geleneksel toplum modelini savunur. Kısaca sözleşme toplumların tarihine  dayanmakta ve bireyler, mistik bir toplum düşünce anlayışı içinde tanımlanmaktadır.

Toplumdaki ilişkilerin devamlılığı, bireylerin toplum düzenini ve değerlerini anlamalarını sağlar. Toplumdaki hızlı değişim ise, bireylerin sosyal düzeni anlayamamalarına sebep olmaktadır. Bundan dolayı sosyal düzenin sağlanmasında anlaşılabilir politikalar üretilmelidir. Burke’e göre bunların başında statükonun korunması gelir. Burke’çü düşüncede toplumun evrimi, Tanrı vahyi olan ilk sözleşmeyle tamamlanmıştır. Bundan dolayı mevcut olan ve yaşanılan değerler, geleceğe yönelik amaçsal bir eylem değildir. Toplumda tecrübe edilen din, gelenek ve kurumların oluşturduğu statükonun korunması gerektiğini belirten Burke, İngilizlerin atalarından devraldıkları liberal ve moral değerlerle toplumsal yozlaşmayı önlediklerini söyler. Aydınlanma düşünürleri rasyonel bir tarih düşüncesinden hareket ederek tarihteki ilerlemeyi Rönesans’la başlatmakta, Descartes ve Bacon’la birlikte yeni bir bilimin (rasyonel bilgi) doğduğunu iddia etmektedirler. Dolayısıyla Aydınlanma düşünürleri, toplumun belirli hareket noktalarından geçerek değişimini sürdürdüğünü savunan evrensel bir tarih anlayışına sahiptirler. Burke’e göre ise, insan eylemlerinin evrenselliği yoktur.Çünkü; insanoğlu somut, karmaşık ve herhangi bir kuralla sınırlandırılamayan moral değerlere  sahiptir. Ruhunu feodaliteye dayandıran Modern Avrupa’nın yasaları ve kurumları,geçmişle bağını koparmamalıdır.

Deneyimlerin sonucu ve toplumların kendi gelişme sürecine bağlı bir devlet anlayışına sahip olan Burke’te devletin amacı; bireylerin yaşam ve güvenliğini sağlamaktır.Mevcut sosyo-politik yapının korunması veya yapıda birtakım düzeltmelerin gerçekleşmesi düşüncesine sahip olan Burke’ün, mutlak ve sabit bir devlet anlayışı yoktur. Devlet, diğer kurumlar gibi zamana ve duruma bağlı olarak değişmelidir.

Devlet kavramının ortaya çıkışını ve biçimini kuramsal bir temele dayandırmayan Burke, devletin niteliğinden ziyade, iktidarından bahsetmektedir. Devlet otoritesinin amacının bireylerin mutluluğunu artırmak ve toplumun ortak iyiliğini gerçekleştirmek olduğunu söyleyen Burke’te toplumun bağımsızlığı ve iyiliği, Tanrı’da temellenen evrensel bir ahlak yasasıyla mümkün olmaktadır. Bu durumda devlet kavramı ve ortaya çıkış biçimi önemli olmamaktadır. Burke devlet kavramını döneminin sözleşme kuramları dışında açıklayarak devleti, toplumların tarihi gelişme durumlarına bağlamaktadır. Burke devlet iktidarının kaynağını Tanrıya dayandırarak devletin gücünü, aşkın değerlerle tanımlamaya çalışırsa da uygulamada, toplumun yaşadığı tarihi durumların devletin şekillenmesindeki önemini vurgulamaktadır.

1789 Devrimiyle birlikte Fransız devlet yapısının soyutlaştırıldığını söyleyen Burke, siyasal iktidarın pozitif yasa çerçevesinde gerçekleştiğinden, devlet ile birey arasında ortaklığın bulunmadığını ifade eder. Burke’e göre halkta meydana gelen huzursuzluk giderilemediğinde, yasaların insanları daha fazla tedirgin ettiğinde ve zorba yönetim tolere edilemeyecek duruma geldiğinde iktidar yapısındaki değişiklik, geçmişe dayanarak gerçekleştirilebilir. Burke toplumların geleneksel yapılarına bağlı olarak sahip oldukları devlet yapısı ile, toplumların gelişmelerine dayalı yönetim biçimlerini savunduğu ifade edilebilir.

4.      Edmund Burke’ün Ulusal Temsil Sorununa Yaklaşımı

Parlamentonun toplumun farklı çıkarlarını temsil eden üyelerden oluştuğunu söyleyen Burke’e göre  parlamento üyelerinin, değişik ülkelerden gelen elçiler gibi kendi yerel çıkarlarını değil, toplumun menfaati için çalışmaları gerektiğini, çünkü ulusun bütünün temsil ettiklerini ifade eder. Burke temsilin iki temel niteliğinden bahseder: Birincisinde toplumu temsil eden üyeler, rüşvet yoluyla oy satın alabilirler Ancak bu durum, politik yolsuzluğa neden olmaktadır. İkincisi ise, ulusun çıkarını gözeten seçkinlerin temsilciliğidir. Ona göre yönetim bilgelik ister. Oy verme hakkı genişletilerek bilge sahibi olmayanlar iktidar olabilir ve devlet, yerel çıkarların elinde parçalanabilir. Yönetime bireylerin iradeleri değil, deneyim ve muhakeme edilen bilge şahsiyetler sahip olmalıdır. Ulusun temsil edilmesini seçkinci düşünceye dayandıran Burke, oyun genelleştirilmesinden ziyade oy vermenin niteliğini artırmaya çalışmaktadır. Seçimlerin amacının parlamentoya seçkinleri taşımak olduğunu belirten Burke’e göre seçkinleri, ulusun gerçek temsilcileridir Çünkü parlamento kafaların toplamı değil, müzakere yoluyla çözüm bulma ve ortak paydada buluşma yeridir.

Burke’çü temsil kuramının seçkinci biçimi, demokrasinin temel niteliği olan yönetilenlerin kendi iradeleriyle temsilcilerini seçebilme hakları ve oyun eşit ve genelliği ilkesi açısından eleştirilmektedir. Ancak günümüz demokratik toplumlarında ortaya çıkan yönetilemezlik sorunlarının giderilmesinde, özellikle iktidar olanların bilge şahsiyetlerden oluşması tartışmaları ve yönetimde sahiplenici birey ve toplum anlayışları, Burke’çü düşünceyi yeniden gündeme getirmektedir.

5.      Burke Fransız Devrimini Değerlendirmesi

Devrimin; toplumda köktenci ideolojilerin yaygınlaşması ve toplumun yönetime olan hoşnutsuzluğunun artması durumunda, anayasanın korunması için gerekli olabileceğini kabul eden Burke, devletin ekonomiye sürekli müdahale etmesi, yönetimin halkı haksız yere vergilendirmesi             ve toplumu baskı altına almaya yönelik düzenlemeler yapması durumunda ise halkın yönetime olan güveninin zedeleneceğini belirtir. Yönetimin halkın bu şikayetlerini çözememesi veya sorunların giderilmesinde daha fazla baskıcı düzenlemelere yönelmesi, devrimin koşullarını yaratmaktadır. Esasen devrim ve isyan hiçbir zaman ve hiçbir yerde teşvik edilmez. Ancak insanlara baskı yapılmakla insanların yönetime karşı mücadele etmesi teşvik edilebilir. Böylece  yönetim aleyhine, toplumda komplo  söylemleri yoluyla ideolojik ayrılıklar yaratılarak isyan meşrulaştırılabilir.

Bir toplumda moral değerlerin kaybedilmesi, özgürlük ve eşitlik ilkeleriyle rejimin meşruiyetinin erozyona uğraması, bireylerin devlete olan güvenini zedelemekte ve devrimin önkoşulları hazırlanmış olmaktadır. Bu süreçte tüccarlar, bankerler, aracılar ve akademisyenler ile askerlerden oluşan devrimci liderler, devletin otoritesini yeniden kurmak üzere iktidarı ele geçirmektedirler. Burada devrim anarşi ve zorbalığa sebep olduğundan, karşıtını üretebilme potansiyeline sahiptir. Karşı devrim, devrimin muhtemel sonucu olabilmekte veya karşı devrim

olmaz ise topluma, zorbalık yoluyla devrimcilerin baskısına güvenmeleri zorunlu hale getirilmektedir. Ancak Burke’ün devrime yönelik bu açıklamaları onun, komplocu Olduğunu göstermez. Komploların varlığını kabul eden Burke, devrimin oluşmasında komplo söylemlerini yeterli sebep oluşturmayacağına inanmaktadır.

iktidarın tutumundan dolayı komplo teorisi, toplumdan destek görebilir iktidarın toplumda her şeyi kontrol altına almak istemesinden dolayı halk, tepki gösterebilir yada iktidar, ahlaki olarak iyi olmasına rağmen toplumda meydana gelen bazı olayları kontrol edemeyebilir. İktidarın             sorunları çözmek için aldığı bütün önlemler, halkın şikayetlerini tahrik edebilir. Tahrikler ise devrimcilerin bir ideolojiye kolayca dönüşebilir Burke burada devrimin en önemli sebebini, yönetici sınıfı içindeki bölünmede görür. Böylece komplo teorileri, halk ile aristokrasi arasındaki ittifakın bozulmasıyla birlikte yaratılabilmektedir.

Burke’çu düşüncede devrimler, iki paradoksu içerir; devrimlerin öncülerine, karşı devrime sebep olduklarından aynı zamanda devrimin kurbanlarıdır. İkinci olarak tarihi süreçte gerçekleşen  ve sosyal yaşamın doğal hakları olan somut özgürlük yerine, politik hür irade ve ekonomik eşitlik olarak getirilen soyut özgürlük istemi, uygulamada zorbalıkla son bulmaktadır.

Modern Avrupa toplumsal ruhunun feodal mit’e dayandığını ve bugünün, geçmişin sonucu olduğunu, ilerlemenin süreklilik halinde devam ettiğini ve gelişmenin, geçmişe bağlı olarak sürdürüldüğünü belirten Burke’e göre devrim. ahlaki açıdan toplumun durumlarında ve duygularında gerçekleştiğinde kabul edilebilir.Ancak Fransız Devrimi mülkiyet,düzen,din,yasa ve özgürlüğü yok ederek yıkıcı rasyonel değişmeyi dünyaya miras bıraktığı iddiasında bulunmaktadır.

Fransız Devriminin  Avrupa medeniyetinin temellerine karşı yapılan bir hareket olarak değerlendiren Burke, devrimcilerin doğal aristokrasi ve hukuku yok ettiğini ifade eder. Burke, Fransız devrimi ile İngiliz ve Amerikan devrimlerinin farklılığını açıklamaktadır. On göre İngiliz anayasasının Kralı tahtan indirmek için herhangi bir hükmü yoktur. Burke 1688 İngiliz Devrimi’ni, Kralın haklarının somutlaştırılması ve yönetimin devamlılığının sürdürülmesi olarak görür. Devrimin İngiltere’de Stuart hanedanı krallarından II. James’in anayasadaki sözleşmeyi ortadan kaldırmasından dolayı yapıldığını söyleyen Burke, devrim yoluyla Kral, lord ve Avam arasındaki güç dengesinin sağlandığını ve özgürlüklerin korunduğunu belirtir. Kısaca İngiliz Devrimi yeni haklar elde etmek için değil, toplumda kaybedilen hakları ve özgürlüğü yeniden gerçekleştirmek ve toplumun siyasal, hukuki ve ahlaki değerlerini korumak için yapılmıştır. Oysa rasyonalist Fransız Devrim ilkeleri, köktenci politik fikirlerden hareket etmesinden dolay toplumu yeniden yapılandırmaya yönelmiş ve bu çerçevede geçmişle-bugün arasındaki bağı koparmıştır. Voltaire ve Rousseau gibi Aydınlanma felsefesinin düşünürleri. eski rejimin toplum haksızlıklarına dikkati çekerek, Fransız Devrimi’ni uzun dönemdir ertelenen yeni bir çağa tanıklık ettiğini ifade ederler. Hatta toplumsal yapıda düzen kavramına önem veren Tocqueville ve Montesquieu, devrim yoluyla Fransa’nın uzun dönemdir yaşadığı olumsuzlukları gidereceğine inanmaktadırlar. Burke ise Devrimle, Avrupa’da kazanılan her şeyin yok edildiğini, toplumda din yerine ateizmi, demokrasi adına yağmalamayı meşrulaştırdığını söyler. Fransa’nın devrim öncesi sosyal durumunun karmaşa içinde olduğunu söyleyen Burke ulusal biriliğin, monarşinin soylulukla ittifakının bozulması üzerine kurulduğunu, bunun ise halk ile Kral arasındaki uzlaşmayı yok ettiğini belirtir. Burke’e göre Fransız toplumsal yapısındaki yozlaşma ancak eski geleneklere dönmekte düzeltilebilir. Bunun en iyi örneği İngilizlerin hem modernliği, hem de geleneğin değerlerini bir arada yaşayarak, devrimci bir tepkinin İngiltere’de ortaya çıkmamış olmasıdır.

Tocqueville, Fransız Devrimi’nin toplumda parça parça dökülmeye başlamış ve kendiliğinden tamamlanacak olan şeyi, geçiş olmaksızın ve önlem almaksızın aniden yaptığını söyler. Tocqueville temelde Avrupa’nın her yerinde başlamış olan devrimin, neden Fransa’da ortaya çıktığını açıklamaktadır. Ona göre Fransa köylüsü, İngiltere ile karşılaştırıldığında, kölelikten kurtulmuş ve toprak sahibiydi. Kırsal alan ise, Kral tarafından atanan memur veya köylüler tarafından seçilmişlerce yönetilmekteydi. Soylu yöre halkının bütün ayrıcalıklarına sahipti. Yönetime katılmayan soy köylünün kazancından geçinmekteydi. Fransa’da soylu topraklarının veraset yoluyla parçalanması, onların ticaret yapamamasına neden olmuştur. İngiliz soyluları ise hem yönetime girdiler, hem de ticarete öncülük ederek toplumsal dokuyla bütünleşmişlerdir.

Sosyal Bilgiler Öğretmeni İbrahim Başak (Kervanci63)


www.HalilAlpaslan.COM http://www.ders.org/toplist/



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol