ANA SAYFA
     YENİ ANKETLER
     FOTOĞRAFLARIMIZ
     ibrahim başak
     KPSS NOTLAR VE ÖZETLER
     ÖDEV ARIYORUM
     KİTAP ÖZETLERİ
     İZ BIRAKANLAR
     TARİH
     COĞRAFYA
     EDEBİYAT / EDEBİYATÇILAR
     SANAT TARİHİ
     SİYASİ DÜŞÜNCE TARİHİ
     => Machiavelli
     => Thomas Hobs
     => John Lockce
     => Montesguieu
     => J.J.Rousseau
     => Thomas Paine
     => Edmund Burke
     => Georg Wilhelm Friedrich
     => Joseph Mazzini
     => Karl Marx
     => Aydınlanma Kavramı
     => Modernleşme
     => Liberalizm Kavramı
     => Sosyalizm Kavramı
     => Ulusçuluk Kavramı
     => Faşizm Kavramı
     => Muhafazakarlık
     => Yeni Sağ ve Yeni Muhafazakarlık
     => Atatürkçülüğün Tanımı ve Önemi
     => Öğrenilen Bilgiler Işığında Durumsal Değerlendirme
     TÜRKÇE / TÜRK DİL BİLGİSİ
     ŞİİRNAME
     ATASÖZLERİ
     FIKRALAR
     ÇOCUK MASALLARI
     TÜRK BÜYÜKLERİ
     TÜRK DESTANLARI
     KEŞİFLER / BULUŞLAR
     MAKALELER
     BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ
     ÖZEL MESAJLAR
     VİDEOLAR
     GÜLMECE
     ÖĞRETMENLERİMİZ İÇİN
     ÇOCUK VE AİLE EĞİTİMİ
     BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR
     SORU BANKASI
     AKTÜEL HABER - YORUM
     SİTENİZİ EKLEYİN
     ZİYARETÇİ DEFTERİ
     Şanlıurfa
     Merkez Yardımcı Köyü"
     EKLENEN DOSYALAR
     Farkı Görebilmek
     Merhamet
     Padişahın Kızına Âşık Çoban‏
     Güzel Gören Güzel Düşünür...
     Unutmak
     Meger Sahipsiz Degilmisiz




“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez...Toplu vurdukça sineler onu top sindiremez" - Liberalizm Kavramı


LİBERALİZM KAVRAMI

Latince'den türeyen liberalizm, 19. yüzyılın başlarında siyasi literatüre girmiştir. Liberalizm önceleri İngiltere kökenli politikaları tanımlamak üzere kullanılmıştır. Locke'çu anayasal monarşi ve parlamenter yönetim ilkelerini savunan milletvekilleri liberales olarak adlandırıldı. 19. yüzyılın sonlarında ise liberalizm, bireyin düşünce ve ifade özgürlüğünü, üretim araçlarının özel mülkiyetini ve serbest ticareti savunanları tanımlamak için kullanılmıştır.

Avrupa tarihi sürecinde 10. yüzyıldan itibaren ticaret ve sanayinin gelişmesine bağlı olarak yeni bir kentli sınıf (burjuvazi) ortaya çıkmıştır. Kentsoylu sınıfın ekonomik ve sosyal çıkarlarının toprak soylu (aristokrasi) sınıfın çıkarları ile çatışması, özgürlük ve eşitlik temelinde siyasal taleplerin doğmasına yol açmıştır. Yasa önünde eşitlik, fikir hürriyeti ve düşündüğünü hayata geçirebilme özgürlüğü talepleri aristokrasinin gücünü zayıflatmıştır. Bu durum toplumun yoksul kesimini, burjuvaziyle birlikte aristokrasiye karşı harekete geçirmiştir. Burjuva düşüncesinin zaferiyle sonuçlanan Fransız Devrimi, 1791 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nin 1. Maddesinde yer alan insanlar hukuk açısından Özgür ve eşit doğarlar; Özgür ve eşit yaşarlar ilkesiyle egemenlik Monark'tan ulusa geçmiştir.

Başlangıçta burjuva hareketi olarak doğan liberalizm iki biçimde ortaya çıkmıştır. Bir taraftan doğal hukuk ve insan hakları teoriler ile toplumun tümüne yönelmiş diğer taraftan ise, ekonomik bakımdan devletin müdahalesinin en aza, bireylere dayalı eylemlerin en çoğa çıkarıldığı bir serbest piyasa toplumunu öngörmüştür.

18. yüzyılın sonunda önce İngiltere, sonra diğer Kıta Avrupa'sına yayılan liberal düşünce iki farklı eğilimle hareket etmiştir. Hume, Smith, Burke, Macaulay ve Acton'un temsil ettiği Anglo-Saxon liberalizmi, aklın sınırlı olduğunu, insan bilgisinin ve bir bütün olarak medeniyetin geleneğe bağlı olduğu düşüncesine dayanmaktadır. Fransa'da Benjamin Constant ve Almanya'da Immanuel Kant, Friedrich von Schiller ve Wiiheim von Humboldt'un temsil ettiği kurucu rasyonalist liberalizm ise kendiliğinden gelişen kurumların geleneğe değil, akıl yoluyla önceden benimsenen plana uygun olarak yeniden kurulması inancına dayanır. Liberal düşünce temelde farklı bu iki eğilimine rağmen daha çok Kıta Avrupa'sı temelinde, kurucu rasyonalist düşünce açısından tanımlanmaktadır.

Liberalizmin Tanımlanması

Bireyi esas alan ve insanüstü düşünceler karşısında insan merkezci (anthropomorphic) bir sosyal ve siyasal proje olan liberalizm, kollektivist, cemaatçi ve eşitlikçi düşüncelerden farklıdır. Liberalizm, devleti tehlikeli görse de anarşizmin yaptığı gibi tamamen ortadan kaldırmayı değil, onu asgari bir düzeyde tutmaya çalışır. Liberalizmin felsefi temelleri bireycilik, özgürlük, kendiliğinden oluşan düzen ve sınırlı devlet kavramlardır.

Liberalizmde birey, toplumun, ulusun ve sınıfın oluşumunda bir araç değil, kendi başına bir amaçtır. Esasen devlet, ulus ve toplum gibi kavramlarda gerçek varlıklara işaret etmeyip, onları oluşturan somut bireylerin toplamından başka bir şey değildir. Liberalizme göre bireyi dışlayan ortak iyi, kamusal çıkar veya kollektif talep gibi kavramlar anlamsızdır. Bireyin kendisi amaç ise, kişiliği korunmalıdır. Bunun en iyi yolu ise onun devredilemez doğal haklarının varlığını kabul etmektir. İnsan haklarının en temel dayanağı olan bireycilik, bireyin kendi amaçlarım seçebilmesinde özgürlüğü esas almaktadır.

Liberalizmin özgürlük anlayışı negatiftir. Negatif özgürlük, bireyin dıştan gelen herhangi bir zorlama altında kalmaksızın serbestçe hareket edebilmesidir. Devletin müdahalesi azaltıldığı oranda, bireyin özgürlüğü artmaktadır. Dış müdahale araçlarının en önemlisi devlettir. Devletin varlık nedeni, bireyin özgürlüğünü anayasa ve yasalarca güvence altına almaktır. Birey ancak bu durumda kendisine yapılan veya yapılacak olan zorlamalardan kurtulabilir. Çünkü zorlama, bireyi serbestçe düşünen bir varlık olmaktan çıkarıp, onu başkalarının planları doğrultusunda hareket etmeye sevk edebilir. Liberalizm bireyin kendi bilgi, hedef ve inançları doğrultusunda hareket etmesiyle, sosyal ve siyasal düzenin kendiliğinden gerçekleşebileceğini belirtmiştir.

Liberalizme göre, serbest piyasa ekonomisi ve kanun hakimiyeti, kendiliğinden ortaya çıkan politik ve sosyal sistemin temel unsurlardır. Piyasa sisteminde birey, kendi amacı doğrultusunda hareket eder ve bu davranış, başkalarının da ihtiyacını karşılamaya hizmet etmesi anlamına gelmektedir. Karşılıklı yarar, hiçbir zorlamanın olmadığı pazar tarafından yönlendirilir. Burada devletin görevi, pazar mekanizmasının işleyişini güvence altına almak ve bireylerin hayatına, sağlığına ve mülkiyetine yapılacak zorlamalar engellemektir. Serbest piyasa ekonomisinin emeği sermayeden ayırdığını, insanın güçlerini ve becerilerini yaratıcı biçimde kullanmasını engellediğini belirten Kanada'lı neo-Marksist Macpherson, bireysel faydanın artırılmasını, sahiplenici bireycilikte görmektedir. Kısaca, toplumsal yaranın gerçekleşmesi ve özelde insanların karşılıklı fayda ilişkisi, bireylerin kendi güçlerini gerçekleştirecek araçlara sahip olmasıyla mümkün olabilecektir.

Kanun hakimiyeti (rule of Law); doğal hukuk veya insan hakları gibi temel hukuk ilkelerinin, devletten önce var olduğu ve devletin vatandaşına karşı tarafsız (nötr) olması gerektiği düşüncesine dayanır. Devlet, vatandaşlarının benimsedikleri hayat tarzları arasında bir tercihte bulunmamalıdır. Hukuk sisteminin buradaki amacı, bireyler arasında kendiliğinden ortaya çıkan değişimleri korumayı gerçekleştirecek kuralları geliştirirken, devletin zorlayıcı gücünü ortadan kaldırmaktır. Barry, Common Law (İngiliz gelenek hukuku) unsurlarının kişisel veya kurumsal olarak yasa koyucu tarafından değil, karara bağlanmış ve gelecekteki durumlar için emsaller sağlayan çok sayıda davadan, planlanmış biçimde ortaya çıktığını ifade ederek, Common Law'un kendiliğinden oluşmuş bir düzen olduğunu ifade etmektedir.

Aydınlanma düşüncesinin Kıta Avrupa'sındaki yansıması olan kurucu rasyonalizmi eleştiren, Locke, Hume, Spencer ve Bastiat gibi liberaller, kendiliğinden oluşan düzen ile örgütlenmeye dayalı düzen ayrımı yapmaktadırlar. Kendiliğinden oluşan düzen, aklın bütün insan ilişkilerini önceden planlayamayacağını esas alır. Örgütlenmeye dayalı düzen ise aklın mükemmel olduğunu, akıl yoluyla evrensel ve ideal bir sosyal düzenin kurulabileceğine inanır. Hume'dan Hayek'e uzanan ve anti-rasyonalist olarak adlandırılan liberaller, rasyonalizme karşı çıkarlarsa da bireyin rasyonel Olduğu ve rasyonel davrandığı düşüncesini paylaşmaktadırlar. Birey rasyoneldir, ama içinde bulunduğu toplum ilişkilerinin ancak belli bir kısmını bilebilir.

Bireylerin kendi ilgi ve bilgi sınırları çerçevesinde, kendi tercih ve kararlarıyla kendiliğinden ortaya çıkan bir sosyal ve siyasal düzen olan liberalizm (klasik liberalizm, neo-klasik liberalizm ve liberteryenizm); toplumcu değil bireyci; pozitif değil negatif özgürlükçü; müdahale eden değil, sınırlı devleti arzu eden bir düşüncedir.

Liberalizm,Yukarıda Anlatılan Genel Özelliklerinden Hareketle Şöyle Tanımlanabilir:

1.       Evren rasyonel bir düzendir. Bireyler geleceğe yönelik eylemlerini, evrenin hesaplanabilir yöntemlerinden hareketle belirleyebilirler.

2.       İnsan Aklı evrensel olduğundan, insanlığın sorunları çevresel etkiler kadınlınca farklı olmayan yöntemlerle çözümlenebil ir.

3.       Çevrenin müdahalesinden arındırılmış insan aklının egemenliği, hem kendi amacını gerçekleştirir, hem de toplumsal ortak iyiye ulaştırır.

4.       Toplumsal ortak iyinin siyasal alanda gerçekleşmesi, bireylerin yaşam, çalışma ve mülkiyet gibi doğal haklarının devlet tarafından korunduğu, devletin bireylerin özgürlük ve güvenliğini teminat altına aldığı bir sözleşme ile mümkün olabilir.

Liberalizmin Türleri

Liberalizm,, tarihi süreç içinde ortaya çıkan sosyo-politik değişmelere göre sınıflandırılabilir.Ülkelerin toplumsal koşullarının farklılığı, liberal düşüncenin de farklı biçimlerde ortaya çıkmasına neden olmuştur. Örneğin; İngiliz liberalizmi, negatif özgürlük temelli bir sınırlı devlet anlayışını doğurmuştur. Alman liberal geleneği, kendi içinde iki farklı etkene bağlıdır; Birincisi, kökleri 16. yüzyıl filozofu Althusius'tan, Peffendorf ve Wiiheim von Humboldt'a uzanan ve 20. yüzyılda Avusturya okulu ile devam eden doğal hak ve sınırlı devlet geleneğini sürdüren bir anlayıştır. İkincisi ise, Napolyon'un düşüşüyle birlikte ortaya çıkan ve Alman halkının hakları temelinde, bireye göre devletin önceliğini vurgulayan bir düşüncedir. Kurucu rasyonalizme dayanan Fransız liberalizmi (kökleri Descartes'çı düşünceden alan) ise, kısmen Locke'çu liberalizm, ama daha çok Rousseau'da temellenen bir pozitif özgürlük anlayışına dayanan etatist (devletçi) düşünceye sahiptir.

Liberalizm teorik yapısı bakımından sözleşmeci, doğal hukuk ve evrimci-gelenekçi olarak üçe ayrılabilir: Hume, Smith ve Hayek'in temsil ettiği evrimci gelenekçi liberal düşünce insanın rasyonelliğini kabul eder, ancak tarihi tecrübe ve yanılgıların en az akıl kadar etkili olduğuna inanır. İkincisi, John Locke'a dayanan ve insanın doğuştan sahip olduğu hayat, hürriyet ve mülkiyet haklarını esas alan doğal-hukukçu liberalizmdir. Üçüncüsü, sözleşme teorileri içinde yer alan liberalizm, temellerini John Locke' un sözleşme kuramına dayandırır. Ona göre toplum ve devlet, sözleşmeye bağlıdır. Yasal kurallar, sözleşme çerçevesinde belirlenir. Her birim buna uymakla yükümlüdür. Liberal düşüncede ilk sözleşme aile içinde yapılır. Ebeveyn ile çocukları arasında karşılıklı yükümlülükler vardır. Çocuğun büyümesi ile birlikte yükümlülük ilkesi, fayda ilkesine dönüşür. Topluluk, toplum ve devlet arasındaki ilişkiler, fayda ilkesine dayanarak yürütülmektedir.

20. yüzyılda teknolojik gelişmelere bağlı olarak yaşanan toplumsal değişmeler, liberalizmin farklı şekillerde biçimlenmesine neden olmuştur. Bu çerçevede sosyal liberalizm, neo-liberalizm, liberteryenizm ve liberal demokrasi (demokratik liberalizm) gibi çeşitli düşünce akımları gelişmiştir. Rousseau'nun siyaset teorisine dayanan sosyal liberalizmde devlet, halka ait olduğundan devletin toplumdaki gücünün artması, vatandaşların da gücünü ve özgürlüğünü artırır. Devletin toplumdaki rolünü artıran bir pozitif özgürlük anlayışına sahip olan sosyal liberalizm, İngiliz filozofu Thomas Hill Green (1836-1882)'e dayanır. Sosyal liberal gelenek Leonard T.Hobhouse (1864-1929) ile devam etmiştir. Toplumsal özgürlük alanı içinde bireyin, üretilen değerlerden pay alabileceğini vurgulayan Hobhouse, organizasyon ve işbirliği temelli sosyalist düşünce ile birey temelli liberal düşüncenin birbirlerini tamamladıklarını ifade etmektedir. Sosyal liberalizm, 20. yüzyılın başlarından itibaren toplumsal özgürlük ve aktif devlet anlayışıyla hareket eden neo-liberal düşünceden önemli bir sapmadır.

Neo-liberalizm, liberal gelenekte meydana gelen sosyal liberal ve refah devleti anlayışına karşı klasik liberal tezlerin yeniden canlanışını ifade eder. Hayek'in temsil ettiği neo-liberalizm, devletin eğitim ve sağlık gibi alanlardaki etkinliğinin devam ettirilmesine inanması, klasik liberalizm düşünceden sapmayı gösterir. Liberalizmin 20. yüzyıl'da Amerika'da uğradığı değişim sonucu bazı sol düşünürlerin liberal olarak tanımlanması üzerine, klasik liberal geleneği takip edenler, sol liberallerden ayrı olduklarını göstermek için, kendilerini liberteryen olarak adlandırmışlardır. Locke' çu geleneğe bağlı olan liberteryenler, devletin sadece varlığının gereği olarak negatif görevlerinden güvenlik, savunma ve adalet konusunda sorumlu olması gerektiğine inanırlar. Amerikalı düşünür Ayn Rand (1905-1982), Murray N. Rothbord ve Robert Nozick tarafından temsil edilen liberteryenizm, pazar ilişkilerine devletin kesinlikle müdahale etmemesi gerektiği üzerinde durmaktadırlar.

Liberal demokrasinin (demokratik liberalizm, siyasi demokrasi, günümüzde ise parlamenter demokrasi olarak adlandırılmaktadır) gelişmesinde iki liberal hareket önemli olmuştur; Birincisi, tarıma dayalı ekonomi modeli yerini, sanayi üretimine bırakarak farklı siyasal ve toplumsal örgütlenmeleri ortaya çıkarmıştır. İkincisi ise, İlahi güce dayalı egemenlik yerini, halkın egemenliğine bırakmıştır. Avrupa'da yaşanan bu değişmeler İngiltere'de evrimle, Amerika'da bağımsızlık hareketiyle, Fransa'da ise Dünyayı da etkileyen devrim'le gerçekleşmiştir. Bu çerçevede 1791 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, liberalizmin Manifestosu olarak kabul edilmektedir.

Liberalizm ve demokrasinin birbirleriyle bağdaşabilmelerine rağmen ayılı şeyler olmadığını belirten Hayek, liberalizmin iktidarının sınırlanmasıyla, demokrasinin ise iktidara kimin sahip olduğuyla ilgili olduğunu söyler. Liberal olmayan ilkeler egemenliğin modem yansıması olan parlamento yoluyla veya parlamento dışlanarak uygulanabilmektedir. Bu çerçevede parlamentonun çoğunluğunu oluşturan iktidarın çıkardığı kanunlar baskıcı olabilmektedir.

Liberalizmin, bireylerin özgürlüğünü artırdığı ölçüde, bireylerin iktidara güven duyduğunu söyleyen Carl Schmitt ise özgürlüğün artmasıyla devlet iktidarının etkisizleştiğini ve siyasal düzenlemelerin giderek yok olması nedeniyle de sosyo-.politik dengenin sağlanamadığını ifade etmektedir. Devlet ve birey arasındaki bu sorunların liberal demokrasilerde parlamento aracılığıyla giderilmeye çalışıldığını, ancak parlamentonun tinsel bunalımı nedeniyle sorunların çözülemediğini belirtmektedir.

Liberalizme yapılan bir diğer eleştiri de, bireyin sosyal bağlarından kopartılarak kitleselleştirildiğidir. Böylece bireylerin kendi tecrübelerine bağlı olarak gelişmeleri önlenirken, devlet mutlak bir otorite merkezine dönüşmekte ve siyasal iktidarı kullananlar, sınırsız bir iktidar gücüyle hareket edebilmektedirler. Uygulanan seçim sistemleriyle iktidara gelen siyasal parti, ulusun egemenliğini temsil ettiğini söyleyerek sahip olduğu iktidarı, devletin gücü olarak görebilmektedir. Demokratik yönetimde antidemokratik uygulamalar, yapay bir meşruiyetle sürdürülebilmektedir.

Liberalizm ve demokrasi arasında temelleri bakımından bir ayrım yapılsa da, günümüz demokratik sistemlerinin liberal demokrasiler olduğunu söyleyen Yayla, demokrasi- liberal ayrımı yapmanın yanlış olduğunu belirtir. O'na göre demokrasi uygarlığının temel kazanımları, liberal felsefenin ürünleridir. Genel olarak halk yönetimi demek olan demokrasinin, çoğunluğun tahakkümüne dönüşmesinin önlenmesi ve azınlığın çoğunluğa karşı korunması gibi düşünceler liberal geleneğe aittir. Demokratik yönetim biçimlerini etkileyen liberal değerler ne kadar güçlü olurlarsa olsun, liberalizm ile demokrasi arasında metodolojik ve etimolojik farklılıklar göz ardı edilemez.

Liberal Demokrasilerde Yönetilemezlik Sorunu Bir Alternatif

Egemenlik kavramı, toplumu yönetmede ortaya çıkacak iktidarın niteliğini gösterir. Demokratik ilke, bu gücün toplumu referans almasını talep eder. Meşruiyet sorunu ise, demokratik yönetim biçimlerinde çok daha önemlidir. Çünkü demokratik pratiğin özde çıkış noktası, meşruiyetin nasıl sağlanacağı ve egemenliğin nasıl ortaya çıkacağı ile ilgili düşünsel sorunlardır. Yeni muhafazakar düşünce liberal demokrasilerin yönetilemezliğine ilişkin sorunlarını, temelde demokratik yönetim pratiğine geleneksel değerlerin yüklenememesi olarak görür. Demokrasinin kişilerin özgürlüklerini ve haklarını koruduğunu söyleyen Berger, demokratik toplumlarda devlet sınırlandırılarak, geleneksel değerlerin ve kurumların yaşama hakkına sahip olabileceğini belirtir. Böylece demokratik sistem, hem geleneksel yapıların yaşamasına imkan tanımakta, hem de modem toplumlarda yaşanan ilerleme ve değişmeyi tedricen gerçekleştirmektedir.

Liberal demokratik yönetim düşüncesinin önemli ilkelerinden birisi de bireylere fırsat eşitliğinin tanınmasıdır. Esasen toplumda bireyi eşitleme amacı, özgürlüğünü kısıtlar. Demokratik hukuk devletinin temel amacı, kendisini bireylere karşı sınırlandırarak bireylere özgürlük alanı yaratmak ve bireylerin haklarının korunmasını garanti etmektir. Günümüz liberal demokratik yönetimlerinde fırsat eşitliği, demokrasi olgusuyla örselenmektedir. Dubiel, demokrasi öğretisinin Aydınlanma döneminin siyasi felsefesinde oluşarak 1789'dan beri, demokratik toplumları iki yönde etkilediğini söyler; Tüm yurttaşların ilkesel siyasi eşitliğinin devlet tarafından garanti edilmesi ve her bireyin kendini geliştirme özgürlüğünün sağlanmasıdır.

Eşitlik kavramı, Fransız İnsan ve Yurttaş Haklan Beyannamesinin birinci maddesinde yer alan insanlar Özgür ve eşit doğar ve kalır ilkesine dayanır. Toplumsal farklılıklar, ortak yarara dayanmalıdır. Eşitlik düşüncesi bireylerin doğal farklılığını inkar etmemektedir, Geleneksel toplumlara özgü olan doğal farklılığın yapısal sosyal eşitsizliği, modem dönemde kabul edilmez. Böylece eşit sosyal ve siyasi yapıda, eşit olmayan pratikler ortaya çıkmaktadır. Çünkü modem demokrasi eşitliği soyutlaştırarak, somut eşitsizliği meşrulaştırmıştır.

Bu çerçevede liberal düşüncenin temelini oluşturan özgürlük kavramının da 19. yüzyılın sonlarından itibaren değişim geçirdiğini; katılımcı sistemin, temsili mekanizmaya dönüştürüldüğünü belirtir. Böylece bireylerin ortak iyiyi oluşturmadaki ilgileri azalmakta, sorunu gidermede yerel birimlere önem verilerek, bireylerin katılımı sağlanmaktadır. 20. yüzyılda ortak iyiyi oluşturmada, devlete müdahale etme hakkını vererek bireylerin, ancak sınırlanmış alanda Özgür olabileceği vurgulanmaktadır. Dubiel, liberal düşüncenin sorgulandığı sosyal ve siyasal alanda, toplumsal bilinçlenme, yönetilemezlik ve değerlerin değişimi gibi bir takım sorunların giderilmesinde, yem muhafazakar tutumun önemli bir esin kaynağı oluşturduğunu belirtir.

Amerikan siyaset bilimcisi Huntington ise Amerikan toplumundaki yönetilemezliğe ilişkin sorunun, norm ve kurum arasındaki ayrımlaşmadan kaynaklandığını, krizin giderilmesinde demokrasinin, demokratik olmayan yapılara tahammül etmesiyle mümkün olabileceğini belirtmektedir. Dubiel, Huntington'un bu önerisinin onu, yeni muhafazakar düşünürlerin önemli bir temsilcisi durumuna getirdiğini ifade eder. Dubiel, Schumpeter'i de yeni muhafazakar hareketin temsilcileri arasına yerleştirir. Çünkü Schumpeter, demokratik ilkelerin topluma değil daha çok seçkinlerine yönelik olarak değerlendirildiğinde, yönetilemezlik sorununun çözümleneceğine inanmaktadır.

Dubiel'in yeni muhafazakar söylemin yönetilemezlik krizini çözümlemede ileri sürdüğü önerileri şöyle özetlenebilir: Siyasi partilerin ve sermaye gruplannın dolaysız siyasi denetiminin dışında kalan aracılar yoluyla, siyasi kamuoyu oluşturulmalıdır. Bundan dolayı da siyasi eğitime ağırlık verilmeli ve seçmen kararının belirleyici gücünü artırmaya yönelik yenilikler yapılmalıdır. Örneğin, milletvekillerinin seçmen kararlarına bağlanması, seçim sistemlerinde yer alan oylamaya tercihte bulunma imkanın getirilmesi, oylama sonucunun siyasi programlara nispi etkisine imkan tanınması, parti içi demokrasinin güçlendirilmesi, yurt-taşın egemenlik üzerindeki etkisinin genişletilmesi, idarenin yurttaşlarca denetimi, sosyal devletçi katılım haklarının genişletilmesi, yerel ve federal düzeyde yurttaş toplantılarıdır. Demokrasinin güçlendirilmiş meşruiyetinin temeli, muğlak bir halk idaresi veya şeklen tanımlanmış bir taban olmamalıdır. Devlet egemenliğinin demokratikleşmesini sağlayan bu öneriler, bir sosyal teknoloji projesi değil, sorun haline gelen iktidarın meşruiyetini, demokrasinin krizini çözme eğilimidir. Siyasal kültür, iletişim kanalları yoluyla geliştirildiğinde oydaşma mümkün olabilecektir.

Kısaca, sosyal refah ve müdahaleci devlet ile birlikte toplumsal alan, devletin tasarrufuna girmekte, siyasi, sosyal ve ekonomik alanın sınırlarının çizilememesi sonucu da, yönetilemezlik sorunu ortaya çıkmaktadır. Burada yeni muhafazakar söylem, sosyo-politik istikrar sağlamada bireyden devlete organizmacı muhafazakar ilkeleri, post-modern dönemin meşruiyet krizinin çözümüne taşımakla, status quo ante'yi demokratik sistem içinde canlı tutmaya çalışmaktadır

Sosyal Bilgiler Öğretmeni İbrahim Başak (Kervanci63)


www.HalilAlpaslan.COM http://www.ders.org/toplist/



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol