ANA SAYFA
     YENİ ANKETLER
     FOTOĞRAFLARIMIZ
     ibrahim başak
     KPSS NOTLAR VE ÖZETLER
     ÖDEV ARIYORUM
     KİTAP ÖZETLERİ
     İZ BIRAKANLAR
     TARİH
     COĞRAFYA
     EDEBİYAT / EDEBİYATÇILAR
     SANAT TARİHİ
     => Paleolotik Çağ Sanatı
     => Mezolitik Çağ Sanatı
     => Neolitik Çağ Sanatı
     => Kalkolitik Çağ Sanatı
     => Tunç Dönemi Sanatı
     => Mısır Sanatı
     => Mezopotamya Sanatı
     => Anadolu uygarlığı
     => Yunan Sanatı
     => Roma Sanatı
     => Büyük Selçuklu Sanatı
     => Türkiye Selçuklu Sanatı
     => Orta Çağ Sanatı
     => Bizans Sanatı
     => Roma Sanatı 2
     => Rönesans Sanatı
     SİYASİ DÜŞÜNCE TARİHİ
     TÜRKÇE / TÜRK DİL BİLGİSİ
     ŞİİRNAME
     ATASÖZLERİ
     FIKRALAR
     ÇOCUK MASALLARI
     TÜRK BÜYÜKLERİ
     TÜRK DESTANLARI
     KEŞİFLER / BULUŞLAR
     MAKALELER
     BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ
     ÖZEL MESAJLAR
     VİDEOLAR
     GÜLMECE
     ÖĞRETMENLERİMİZ İÇİN
     ÇOCUK VE AİLE EĞİTİMİ
     BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR
     SORU BANKASI
     AKTÜEL HABER - YORUM
     SİTENİZİ EKLEYİN
     ZİYARETÇİ DEFTERİ
     Şanlıurfa
     Merkez Yardımcı Köyü"
     EKLENEN DOSYALAR
     Farkı Görebilmek
     Merhamet
     Padişahın Kızına Âşık Çoban‏
     Güzel Gören Güzel Düşünür...
     Unutmak
     Meger Sahipsiz Degilmisiz




“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez...Toplu vurdukça sineler onu top sindiremez" - Roma Sanatı 2


ROMAN SANATI

11. yy.’a kadar olgun bir mimarlık anlayışına bir türlü ulaşılamamıştır. 11. yy. dan itibaren gelişen toplumların şehirleşme ihtiyacının da etkisiyle mimarlık sanatında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Salt ihtiyaca yönelik öğreti yapılar yerini, ihtiyacın estetik beğenilerle bütünleştiği eserlere bıraktı.

Roman sanatı 11. yy. ‘ın ilk çeyreğinde Fransa’da ortaya çıktı. Roman Sanatı ( Romanesk Sanat da denir. ) örnekleri en çok Almanya, İngiltere ve Fransa da toplanmıştır.

Roman Sanatıyla birlikte kabartma sanatı gelişmiş, heykel sanatı da hem mimari hem de dekoratif bir özellik kazanmıştır.

Roman sanatı kendinden önceki çağların birikimi ile, kendinden sonraki dönemler arasında bir köprü işlevi görmüştür.

1066 yılında İngiltere’yi işgal eden Normanlar yeni bir mimari unsuru beraberinde getirmişlerdir. Bu üslup, İngiltere’de “ NORMAN ÜSLUBU “ Avrupa kıtasında ise “ ROMAN ÜSLUBU “ adını almıştır.

Roman sanatı çılgınca bir yaratma isteğiyle geçmişin derinliklerine uzanmış; bir yücelik ve uyum anlayışıyla çok Tanrılı dönemin efsanelerini, Hristiyan öykülerini, antikçağ kalıntılarını, Bizans, Sasani, Asur ve Sümer formlarını bir potada eritmiş ve kendi döneminin dilini yaratmıştır.

Roman Sanatının diğer bir ayırt edici özelliği ise insana yönelmesidir. Elbetteki bu Hümanizmdeki, Rönesans’taki gibi bir insana yönelme değildir. Roman Sanatında Bizans Sanatındaki dinsellikten uzaklaşma vardır sadece. Yine en kalıplaşmış insan heykellerinin yerini doğayı çözümlemeye yönelik bir anlayışın olması, zengin süslemeler, abartılı hayvan motifleri, ölçüsüz bir hayal gücü hep sonraki dönemlerin önünü açıcı nitelikte olmuştur.

Roman Sanatında mimari ön plandadır. Roman Sanatı mimari alanda Roma ve Bizans’ın anıtsal yapılarını Antikçağ dekorasyon üslubuyla birleşmiştir. Öteki Sanat dalları ise mimarinin zenginliğini ve anlamını artırmak için yarışmışlardır.

Roman heykel Sanatı mimariden ayrı düşünülemez. Örneğin: 11. yy. da tamamlanan Poiters’deki Notre-Dame Kilisesinin cephesinde ayakta duran, oturan, bir konuyla ilgili olarak gruplaşan çok sayıda kabartma figür görülmektedir. Bu kabartmalar yapının cephesini görkemli bir şekilde süslemekle kalmayıp ona hareket, soluk alan bir canlılık da katmaktadır.

Romanesk heykel yalnız dış cephelerde değil, iç mekanda da mimari organlara bağlı olarak geniş yer tutar. İç içe geçmiş çok sayıda figürden oluşan sütun ve ayaklar bunun en ilginç örnekleridir. Kimi Sütun başlıkları da neredeyse bir heykele dönüşmüştür. Bu özelliği gösteren en iyi örneklerden biri de Chauvigny’deki Saint Pierre Kilisesinde bulunan sütun başlığıdır. Sanatçı sütun başlığı gibi dar bir alana yargı önünde günahların tartılması konusunu ustalıkla sığdırabilmiştir. Dönemin heykel ustaları yalnız cephelerde değil, alınlıklarda silmelerde, tunç ve ahşap kapılarda Tevrat ve İncil’de anlatılan olayları ve kişileri betimlemekten geri kalmamışlardır.

Romanesk Sanat deyince ilk akla gelen, Ortaçağın büyük Manastır yapılarıdır. Manastırlar yalnız Dinsel değil, sosyal-kültürel etkinlikleri içeren yapı kompleksleridir. Romanesk Kiliseler ise kalın taş duvarları, kuleleri ve heybetli görünümleriyle kimi zaman şatoyu anımsatmaktadır.

-          Romanesk Mimarinin en yaygın formu çok nefli ve transept bazilikal formdur.

-          Bu kiliselerde orta ile yan nefler masif ayaklara dayanan yuvarlak kemerlerle bağlanmıştır.

-          Kemerler Roma Sanatından alınmış yarım daire biçimli yuvarlak kemerlerdir.

-          Yapıların örtü biçimi erken dönemlerde ahşap kirişli çatılar iken esas örtü biçimi “ TONOZ “ olmuştur.

 

TONOZ: Bir kemerin derinliğe uzamasıyla meydana gelen mekan örtüsü.

GOTİK SANAT

            Roman Sanatı, Ortaçağ’ın son aşaması olan “ GOTİK DÖNEM “ izlemiştir.

            12. yy. ortalarında başlayan Gotik Sanat, Rönesans dönemine kadar sürmüştür. Fransa’da ortaya çıkmıştır.

            Romanesk deyince akla Manastır yapıları geliyordu, Gotik denildiğinde ise akla gelen sivri çatı ve kuleleriyle göğe doğru yükselen dev boyutlu katedral’ler akla gelir.

            Gotik mimarlığın 1122 de Paris yakınlarındaki St. Denis Manastır Kilisesi ile başladığı kabul edilir.

            Gotik sanatı, Roman Sanatının sunduğu hayal gücüyle birikim üzerinde yükselmiştir.

            Roma, Yunandan, Bizans, Roma’dan ve Doğu’dan kaynaklanmış, Roman Sanatı Doğunun ve Bizans’ın, Barbarların, Antikçağ’ın melez ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Rönesans ve modern sanatlar süsleme öğelerini, mimarlık öğelerini Antikçağdan almıştır.

            Gotik sanatı ise Roman Sanatının gelişimini köstekleyen köhneleşmiş formların kısıtlamalarını bir yana atarak doğadan yola çıktı. Roman Sanatının sunduğu birikimden ve bakış açısından yararlanmış ancak kendini yeniden yaratmıştır.

            Katedraller, Ortaçağ kentlerine biçim vermiş, kent ekonomilerinin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur.

            Bu dev yapıların tamamlanması, çok kere yy. dan fazla sürüyor, kent onun çevresinden başlayarak halkalar halinde genişliyordu. Ayrıca yapı, il ve çevresinden çok sayıda işçiyi kendine çekiyor, ekonomik etkinlik de o ölçüde canlanıp büyüyordu.

            Gotik katedrallerde :

v      Roman Kilisesine göre daha geniş nefler vardır.

v      Ortam daha ışıklıdır.

v      Kendini yukarılara çeken bir mekanla karşılaşılır.

v      Sivri kemerlere dayanan kaburgalı tonoz sistemi kullanılmıştır.

v      Yapıyı dıştan destekleyen payanda kemerleri kullanılmıştır.

v      Roman Sanatındaki yuvarlak kemerlerin yerini sivri kemerler almıştır.

v      Gotik katedrallerde bütün ağırlık sivri kemerlerle sütun ve ayaklara aktarıldığı için taşıyıcı öğe olarak duvarlara gerek kalmıyordu. Böylece ara bölümlere boydan boya pencereler açılabiliyor, bunlarda renkli camlarla kaplanabiliyordu. Çeşitli motiflerle ve figürlerle süslenen bu renkli camlara “ Vitray “ adı verilir. Paris Notre Dame Katedrali cephesindeki “ gül pencere “ dönemin Vitray sanatının en görkemli örneklerinden biridir.

Gotik Katedraller çok sayıda renkli pencere, iç mekanın aydınlanmasını sağlamakla kalmıyor, renkli ışıklar yapının içinde büyülü bir dinsel atmosfer oluşturuyordu. Gotik Sanatta vitray, iç mekana büyülü bir hava vermekle kalmaz, resim sanatını da kapsar. Chartres katedral’indeki Vitray’ da “ Meryem’in Ölümü “ sahnesinin büyük bir ustalıkla betimlendiği görülür.

Heykel sanatı, Gotik dönemde de mimariyle bağıntısını sürdürmüştür. Bu bağıntı özellikle cephe dekorasyonunda dikkati çeker. Katedralin bir parçası durumundaki bu heykellerin, yapının yüksekliğine uygun olarak normalden daha uzun yapıldıkları görülür. Bunlar donmuş gibi dimdik duran figürlerdir. Heykel Sanatındaki bu donmuşluk, 13. yy. ortalarında yumuşamaya, aziz figürleri bol giysileri içinde kımıldamaya, donuk yüzlü melek figürleri gülümsemeye başlarlar. Kucağındaki çocuk İsa’yı taşıyan bakire Meryem heykellerindeki dini ağırlığın giderek dünyasal bir ana-oğul sevgisine dönüşüp hafiflediği sezinlenir. Roman yapılarının yüksek kapı alınlıklarındaki çatık kaşlı İsa, Gotik yapılarda kemer payandalarına inmiş bir figür olarak inananları dinsel bir gülüşle selamlamaktadır.

Gotik dönem insana yönelme konusunda bir adım daha attı. İnsana doğru atılan her adım, dinden biraz daha uzaklaşmak anlamına geliyordu. İnsana ulaşmak için o dönemde dinden uzaklaşmaktan başka bir yol da yoktu. Gerçekten de din, dogmalarını aklı reddederek kabul ettirebiliyordu. Aklı reddetmek ise insanı reddetmektir.

Sosyal Bilgiler Öğretmeni İbrahim Başak (Kervanci63)


www.HalilAlpaslan.COM http://www.ders.org/toplist/



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol