ANA SAYFA
     YENİ ANKETLER
     FOTOĞRAFLARIMIZ
     ibrahim başak
     KPSS NOTLAR VE ÖZETLER
     ÖDEV ARIYORUM
     KİTAP ÖZETLERİ
     İZ BIRAKANLAR
     TARİH
     COĞRAFYA
     EDEBİYAT / EDEBİYATÇILAR
     SANAT TARİHİ
     => Paleolotik Çağ Sanatı
     => Mezolitik Çağ Sanatı
     => Neolitik Çağ Sanatı
     => Kalkolitik Çağ Sanatı
     => Tunç Dönemi Sanatı
     => Mısır Sanatı
     => Mezopotamya Sanatı
     => Anadolu uygarlığı
     => Yunan Sanatı
     => Roma Sanatı
     => Büyük Selçuklu Sanatı
     => Türkiye Selçuklu Sanatı
     => Orta Çağ Sanatı
     => Bizans Sanatı
     => Roma Sanatı 2
     => Rönesans Sanatı
     SİYASİ DÜŞÜNCE TARİHİ
     TÜRKÇE / TÜRK DİL BİLGİSİ
     ŞİİRNAME
     ATASÖZLERİ
     FIKRALAR
     ÇOCUK MASALLARI
     TÜRK BÜYÜKLERİ
     TÜRK DESTANLARI
     KEŞİFLER / BULUŞLAR
     MAKALELER
     BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ
     ÖZEL MESAJLAR
     VİDEOLAR
     GÜLMECE
     ÖĞRETMENLERİMİZ İÇİN
     ÇOCUK VE AİLE EĞİTİMİ
     BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR
     SORU BANKASI
     AKTÜEL HABER - YORUM
     SİTENİZİ EKLEYİN
     ZİYARETÇİ DEFTERİ
     Şanlıurfa
     Merkez Yardımcı Köyü"
     EKLENEN DOSYALAR
     Farkı Görebilmek
     Merhamet
     Padişahın Kızına Âşık Çoban‏
     Güzel Gören Güzel Düşünür...
     Unutmak
     Meger Sahipsiz Degilmisiz




“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez...Toplu vurdukça sineler onu top sindiremez" - Türkiye Selçuklu Sanatı


Türkiye Selçuklu Sanatı (1077-1308)

Anadolu'daki Türk mimarisinin, daha önce İran'dan Doğu Türkistan'a kadar uzanan Asya ülkelerinde Türkler' in meydana getirdiği mimari eserlere bağlılığı ye başlayan bir gelişmenin devamı olduğu, son araştırma ve yayınlarla iyice anlaşılmıştır. İslamlıktan önceki Türk mimarisinde (Uygurlar' dan) bazı unsurlar almış olmakla beraber, bu gelişme X.Yüzyılda Türklerin kendi istekleriyle Müslümanlığı benimsemelerinden sonra başlamıştır.

Malazgirt zaferinden sonra Anadolu'da yoğun biçimde yerleşmeye başlayan Türkler, kısa sürede İslam dininin ve kendi toplum yapılarının gereklerine uygun bir mimari ortamın oluşmasına çaba gösterdiler. Sultanlar, beyler ve büyük devlet adamları, mimari yapılan oluştururken sürekli yerli ustaları kullandılar. Bu ustalar belli oranda eski geleneksel alışkanlıkları yeni isteklerle bütünleştirdiler. İran, Azerbaycan ve Suriye'den gelen ustalarla birlikte Anadolu Türk mimarisinin oluşmasına katkıda bulundular. Bu oluşum sırasında Anadolu'nun geleneksel malzeme imkanlarından yararlan ı idi. Türkler, Anadolu' da yeni yapı teknikleri ortaya koymaktan çok, eldekileri ustalıkla geliştirdiler. Özellikle konut mimarisinde bölgesel malzeme ve tekniklerini ağırlıkla kullandılar. Anadolu'nun kuzey bölgelerinde ahşap, güney bölgelerinde taş yapının ağırlık kazanmasına karşılık, diğer bölgelerde genellikle kerpiç kullanımı çoğunluktadır. Anıtsal mimaride ise çoğunlukla taş duvar yapımının geniş bir kullanıma ulaştığı görülür. Bu durum bir bakıma Iran ve Orta Asya'daki yapı tekniklerinden kopmanın en somut örneğidir. Yapıların Örtü sistemlerinde ise ikili bir durum göze çarpmaktadır. Bir yandan düz ahşap çatı ve taş tonoz kullanılırken, öte yandan Orta Asya ve İran etkilerinin izleri olarak tuğladan kubbe ve tonozlara da büyük oranda yer verildiği görülür. Anadolu'da 13. yüzyıldan itibaren anıtsal yapıların örtü sisteminde tuğla tonoz ve kubbe egemen olmuştur.

Anadolu'da Türk mimarisinde, başta cami olmak üzere, mescit, zaviye, türbe (kümbet), medrese, tekke, hamam, kervansaray, bedesten, çarşı, köprü, kale ve köşk- saray gibi değişik işlevli yapılar ortaya konulmuştur. Bu yapılar bazen tek başlarına, bazen de külliye[4] şeklinde oluşturulmuştur. Dini, sosyal ve ekonomik amaçlarla yapılan bu yapıların, ayrıca vakıf dediğimiz bir sistemle uzun yıllar yaşamları sağlanmıştır. Hayır sahibi kişiler kendi mallarını şahitlerin önünde düzenlettikleri vakfiyelerle, yapılmış olan Cami, Medrese, Hamam vb, eserlerin yaşaması için veya kendi yaptırdıkları tarihi eserlerin yapımı ve tamiri için vakf ederlerdi. Malını mülkünü vakf eden kişiye Vâkıf denirdi. Vâkıfın düzenlettiği belgeye ise Vakfiye denilirdi: Bu gün Anadolu coğrafyası üzerinde bir çok tarihi yapının günümüze kadar ulaşmasında bu vakfiyelerin çok büyük bir önemi olmuştur. Bu vakfiyelerde ayrıca vakf edilen malın yada paranın nasıl değerlendirileceği gibi ayrıntılarda çoğu kez detaylı şekilde anlatılmıştır.

Mimari; Camiler

Selçuklularının Anadolu'da yapmış oldukları ilk camiler çok sütunlu ulu cami tipindedir. Ahşap destekli camiler, 13. yüzyıldan itibaren yapılmaya başlanmıştır.

Diyarbakır Ulu Camii:  Anadolu'daki Türk camilerinin ilk örneğidir. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah adına 1091-1092 yılları arasında yapılmıştır. Planı Şam'daki Emeviye Camii'nin kubbesiz bir uygulamasıdır. Kıble duvarına paralel sıralanan üç nef'[5], ortada dik bir nefle kesilmektedir.Avlusunun etrafında bir sıra revak vardır. Bu eser Artuklu, İnançoğulları ve Osmanlılar tarafından yapılan onarım ve eklerle büyük bir Külliye haline getirilmiştir.

Konya Ak Camii: Yapımına Sultam Mesut ve Kılıç Arslan döneminde başlanan cami, Alâeddin Keykubat tarafından 1220 yılında tamamlanmıştır. Yapı iki ana mekandan oluşmaktadır. Doğuda 62 sütun üzerine düz çatılı altı paralel nefli bir bölüm, batıda ise mihrap ve mihrap önü kubbesinin yer aldığı ikinci bölüm bulunmaktadır. Bir duvarla çevrilen caminin avlusunda gene Selçuklu dönemine ait iki kümbet vardır.

Divriği Ulu Camii: Mengücekoğulları hükümdarı Ahmet Şah tarafından 1228- 1229 yılları arasında Sivas'ın Divriği ilçesinde yaptırılmıştır. Caminin bitişiğinde bulunan Darüşşifa ise eşi Turan Melek Hatun tarafından yaptırılmıştır. Yapı kesme taş kullanılarak yapılmıştır.

Niğde Al Camii: Alâeddin Keykubat tarafından 1223 yılında yaptırılmıştır. Bu yapı, ana şema olarak mihrap duvarına paralel üç neften oluşmaktadır. Malzeme olarak bütünüyle kesme taş kullanılmıştır.

Malatya Ulu Camii: Yapımına  Alâeddin Keykubat döneminde başlanmış ve 1247 yılında Il. Keykavus zamanında tamamlanmıştır. Caminin mihrap önü kubbesi ve arkasındaki revaklı iç avluya açılan eyvanı dışındaki kısımları tonozlaral örtülüdür. Planı İran’daki Büyük Selçuklu ulu camilerine benzemektedir. Kesme taş ve tuğladan inşa edilen cami, sonradan onarım görmüştür.

Kayseri Hacı Kılıç Camii: Selçuklu devlet adamlarından Ebül Kasım bin Ali el fusi tarafından 1249 tarihinde yaptırılmıştır. Türk-İslam mimarisinde sıkça rastlanan cami-medrese birleşmesinin güzel bir örneğini teşkil etmektedir. Revaklı bir avlu içinde kaynaşmış medrese ile birlikte inşa edilmiştir.

Ahşap Destekli Camiler: Ahşap direkler üzerine düz çatılı camiler, Türkiye Selçuklu camilerinin ikinci grubunu oluştururlar. Orta Asya Türk mimari geleneğinin yeniden canlandırılmasıdır. Bu camiler, ağaç direkler üzerine düz çatılı ve süslemelidir. Bu camiler Küfe ve Bazilikal [6] plan üzerine inşa edilmişlerdir.Küfe tipi camiler tamamen ahşap sütun ve başlıktan oluşmaktadır. Bunlarda avlu yoktur. Bazilikal tip camiler ise, ahşap sütun üzerine devşirme malzemelerden yapılmış ve avluludur.

Beyşehir Eşrefoğlu Camii: Ahşap camilerin en büyük ve ilk şeklini muhafaza eden camii örnedir. Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından 1297 yılında yaptırılmıştır. Bazilikal planlı bir yapıdır. Kıble duvarına dikey yedi nef 48 adet ince uzun ağaç direk üzerine düz çatı ile örtülüdür. Camiye bitişik 1301 tarihli bir kümbet bulunmaktadır.

Konya Sahip Ata camii: Ünlü Selçuklu mimari Kölük bin Abdullah tarafından 1258 yılında inşa edilmiştir. Başlangıçta çifte minareli bir portalle dışa açılan ahşap direkli cami olarak yapıldı. Daha sonra 1283 tarihinde türbe ve hanigâh[7] eklenmesi ile bir külliyeye dönüştürülmüştür.

Afyon Ulu Camii: 1272 yılında yapılan cami, 1341 yılında Karamanoğulları zamanında onarım görmüştür. Küfe planlıdır. Selçuklu döneminin ahşap direkli cami gelişimi içinde yalın fakat önemli bir örnek sayılmaktadır. Kıble duvarına dikey uzanan dokuz nef ile sayıları kırka varan ağaç direk kullanılmıştır.

Ankara Arslanhane Camii: Bazilikal planlı cami 1289-1291 tarihleri arasında yapılmıştır. Kıble duvarına dik beş neften meydana gelmektedir. Çatı ağaç kirişlerle kurulmaktadır. Bu yapıda alçı ve çini mozaik birlikte ilk defa kullanılmıştır.

Medreseler:

Anadolu medreselerini, diğer medreselerden ayıran özelliklerin başında dört eyvan kuralına bağlı kalınmayışı gelir. Medreselerde bir, iki veya üç eyvan kullanılmıştır. Eyvanların birisi daima girişe ayrılmış, ayrıca cephe düzenlemesine büyük önem verilmiştir. Bu yapılarda plan olarak iki ana tipi plan gelişmiştir. Bunlar Kapalı Avlulu (Kubbeli ve Açık Avlulu (Eyvanlı) medreselerdir.

Kapalı Avlulu (Kubbeli) Medreseler:

Bu medreselerin planı, cephede yapıya özelliğini veren taş kapı, ortada kareye dönüşmüş üzeri kubbe ile örtülmüş bir mekan ile ona açılan eyvanlar ve odalardan meydana gelir. Bu tip medreselerde yan eyvan bulunmaz ve ikinci katları yoktur. Anadolu'da tarihi bilinen en eski kubbeli medrese, Niksar'daki 1151 yılında yapılan Yağıbasan Medresesi’dir. Bu yapı tek katlı olup, moloz taşlarla yapılmıştır. Merkez bölümün üzeri kubbe ile örtülmüştür. Kubbe duvarlara oturmaktadır.

Konya Karatay Medresesi :

Emir Celalettin Karatay tarafından 1251 yılında yaptırılmıştır. Bu yapı gerek mimari düzeni, gerekse süslemeleri ile bir baş eser konumundadır. Cümle kapısının tümü bir kare meydana getirir. Kubbe dört ana duvarla köşelerdeki dört sütuna yüklenmiş, eyvanla bütünleşmiştir. 12 metre çapındaki kubbesi, zarif çini mozaikle kaplıdır. Yapıda malzeme olarak kesme taş, mermer ve tuğla kullanılmıştır.

Caca Bey Medresesi:

Kırşehir'de 1272 yılında başlangıçta rasathane olarak inşa edilmiş, daha sonra medreseye dönüştürülmüştür. İki renkli ,taş portali, çini süslemeli türbe ve minaresiyle kubbeli medreselerin önemli bir örneğini oluşturur. Kubbeli medreselere, Konya'daki ince Minare!i Medrese ve Afyon'un Çay ilçesindeki Çay Medresesi de örnek olarak verilebilir.

Açık Avlulu (Eyvanlı) Medreseler:

Eyvanlı medreselerin planları da kubbeli medreselerin planlarına benzemektedir. Cephede büyük bir taç kapı, buradan avluya açılan tonozlu giriş dehlizine girilir. Ortadaki avlunun bu giriş dehlizinin karşısına gelen cephesinde, büyük bir eyvan bulunur. Avlunun sağında ve solunda odalar yer alır. Eyvanlı medreselerin avluları çoğunlukla havuzludur. Yan eyvanlara yer verilir. İkinci katı olabilir. Sivas Gök Medrese ve Konya Sırçalı Medrese iki katlıdır.

Çifte Minareli Medrese:

Erzurum'da bulunan medrese, 1253 yılında yapılmıştır. İsmini portal üzerinde yükselen minarelerinden alır. İnce taş işçiliği, çini dekoru ile Selçuklu sanatının büyüklüğünü ortaya koyar. İki katlı ve dört eyvanlı bir medresedir.

Gök Medrese:

Sivas'ta bulunan medrese 1271 yılında yapılmıştır. Burada dört eyvanlı plan uygulanmıştır. Portalin iki tarafında, sırlı tuğla dekorlu iki minare bulunmaktadır. Cephesinde Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örnekleri görülmektedir. İçi zengin çini dekorlarla süslüdür. Kapı kemerinin üstünde on iki hayvan başını gösteren iki rölyef[8] eski Türk hayvan takvimini ifade eder.

Kayseri Çifte Medrese:

Medrese-şifahane olmak üzere iki bölümdür. 1205 yılında medrese bölümü I. Gıyaseddin Keyhüsrev, şifahane bölümü ise kız kardeşi Gevher Nesibe Hatun tarafından yaptırılmıştır. Yapı dört eyvanlı sade bir yapıdır. İki yapı birbirine bir koridorla bağlanır. Ayrıca Anadolu'da bilinen en eski hastane olması bakımından da önemlidir.

Konya'daki Sırçalı Medrese, Sivas'ta Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi Kayseri'de Huand Medresi, Seracettin Medresesi eyvanlı medreselerin diğer önemli örnekleridir.

Mezar Anıtlar :

Türkiye Selçuklu mimarisinde mezar anıtlarının önemli bir yeri vardır. Bunlar türbe yada kümbet şekillerinde yapılmışlardır. Bunların dört duvar üzerine kubbe ile örtülü olanlarına türbe, çokgen veya silindirik gövde üzerine konik veya piramit çatı ile kaplı olanlarına da kümbet denir. Türk devlet büyüklerinin ve önemli kişilerin mezarlarını  anıtsal yapmaya özen gösterirlerdi. Bu anıtlar cami, medrese ve külliyelere bağlı olarak yapıldığı gibi tek başına yapılanları da bulunmaktadır. Anadolu'daki mezar anıtlarının çoğu taştandır ve çokgen planlıdır. Ayrıca silindirik gövdeli olanları da vardır. Anadolu mezar anıtları iki katlıdır. Toprak eminden aşağıda, adına kümbet yapılan kişinin mezarı bulunur. İkinci kata dışardan merdivenlerle çıkılır. Dua odası niteliğinde olup, bir mihrap bulunur. Odanın ortasında simgesel bir sanduka yer alır.

Melik Gazi Kümbeti:

.Kırşehir'de bulunan kümbet, 1250 yılında yapılmıştır. Çadır karakteri taşır. Sekiz köşeli yapı üzerine mantar gibi yanlara taşan kubbe oturmaktadır.

Mama Hatun Kümbeti:

Tercan'da bulunan kümbetin yazıtı bulunmadığı için kesin yapım tarihi bilinmemektedir. Bu kümbetin kemerine Anadolu'daki kümbetlerde rastlanmamaktadır.

Il. Kılıç Arslan Kümbeti:

Konya Alâeddin Camii ile aynı avlu içinde yer almaktadır. 12. yüzyıldan kalmadır. On kenarlı olup, içinde Selçuklu sultanlarına ait çini sandukalar bulunmaktadır.

Bunlardan başka Türkiye Selçukluları dönemine ait belli başlı kümbetler Şunlardır:

Emir Saltuk Kümbeti, Hüdavent Hatun Kümbeti, Kayseri Döner Kümbet, Sırçalı Kümbet, Sivas'ta Şeyh Hasan Bey Kümbetidir.

Sivil Mimari;

Kervansaraylar

Türkiye Selçuklu Sultanları ticaret yolları üzerinde, bir şehirden başka bir şehre ticari mal taşıyan kervanların ve bunlarla birlikte yolculuk yapan insanların güvenlikleri için kervansaraylar yapmışlardır. Bu kervansaraylara genelde Sultan Han veya Han denilmekteydi. Doğu-batı, kuzey-güney büyük ticaret yolları üzerinde inşa edilen kervansaraylar, Selçuklu sultanlarının gücünü, yönetimlerinin sağlamlığını göstermesi bakımından önemlidir. Kervansarayların planları ve süslemeleri, Büyük Selçukluların ribat adını verdikleri yapılara benzemektedir. Anadolu'daki kervansaraylar değişik amaçlara hizmet etmektedir. Gerektiği zaman kale, yörenin Pazar yeri ve hapishane olarak da kullanıldıkları bilinmektedir. Bu önemli yapılar tamamen kesme taştan yapılmıştır. Bunların portallerinde Selçukluların taş işçiliğinin en güzel örneklerini görmek mümkündür. Yapıların içinde cami, kütüphane, hamam ve yolcularla hayvanların ihtiyacını karşılayacak doktor, veteriner ve tamirci bulunurdu.

Türkiye Selçuklu kervansarayları üç tip halinde yapılırdı. Bunlar yazlık denilen av/ulu, kışlık denilen kapalı ve her ikisinin birleşmesinden meydana gelen hem yazın, hem de kışın hizmet veren karma tiplerdir. Karma tip kervansaraylar daha büyük olarak yapılırdı.

Avlulu Tip (Yazlık):

Bu tip kervansaraylardaki giriş kısmı, anıtsal bir taç kapı niteliğindedir. Buradan bir dehliz yolu ile ortadaki açık avluya çıkılır. Taç kapının yanında yönetimle ilgili odalar bulunmaktadır. Avlunun etrafında bir sıra revak dolaşır. Revakların arkasında çeşitli amaçlara hizmet veren odalar ve mekanlar bulunur.

Evdir Han:

Antalya-Isparta yolu üzerinde I.Izzeddin Keykavus tarafından 13. yüzyılda yaptırılmıştır.. Yazlık bir kervansaraydır. Dış duvarları dayanak kuleleri ile desteklenmiştir. Bu tipte yapılan diğer bir kervansaray da aynı yol güzergahı üzerinde Kırk göz Hanı'dır.

 

Kapalı Tip (Kışlık):

Bu tip kervansarayların Anadolu'da açık kervansaraylardan daha çok yapıldığı görülmektedir. Bu kervansarayların cephesindeki giriş kapısı bir taç kapı özelliğindedir. Dış duvarlar payandalarla[9] desteklenmiştir.

Ezine Pazar Han:

Amasya-Tokat yolu üzerindedir. Kalın duyarlı sağlam gövdesinde hiçbir süs öğesi yoktur. Duvarları yontma taş, kemer ve tonozları ise tuğladandır.

Aksaray-Kayseri yolunda Öresun Han, Sivas-Amasya yolundaki Çiftlik Han bu tip kervansaraylardandır.

Karma Tip Kervansaraylar:

Her iki tipin birleşmesinden meydana gelen bu tip kervansaraylar çok büyük yapılardır. Hem yazın hem de kışın hizmet verirler. Bu tiplere "Sultan Han" denilmektedir. Önde kare veya dikdörtgen bir avlu, avlunun etrafında sıralanan odalar ve arka tarafta bir holden oluşmaktadır. Her iki kısmın ayrı ayrı kapısı vardır.

Sultan Han:

Kayseri-Sivas yolu üzerinde bulunan han, 1232-1236 yılları arasında I. Alaeddin Keykubat tarafından yaptırıldı. Hanın giriş kapısında sağ ve soldan revakla çevrili bir avluya girilir. Bu tip kervansaraylara Konya-Beyşehir yolundaki Altınapa Han, Afyon Alaşehir yolundaki Çay Han ve Konya-Aksaray arasındaki Sultan Han örnek verilebilir.

 

 

Saraylar ve Köşkler:

Türkiye Selçukluları döneminde yapılan saray ve köşkler mütevazı yapılardı. Genellikle dört eyvanlı plan üzerine inşa edilmişlerdir. Bunlar taş ve tuğladan yapılmış ve dış görünüşleri sade olan yapılardır. Ancak içleri çini, alçı, duvar resmi ve mozaiklerle süslenmiştir.

Kubâdâbâd Sarayı: I. Alâeddin Keykubat tarafından 1236 yılında Beyşehir Gölü kenarında yaptırılmıştır. ki kısımdan meydana gelir. Göle geniş teraslar halinde inilmektedir. Güney ve doğu tarafı odalarla çevrilidir. Taş döşemeli büyük bir avludan, büyük salona, harem ve misafir odalarının bulunduğu asıl saray kısmına geçilir.

11. Kılıç Arslan Köşkü: Konya'da 12. yüzyılda yaptırılan köşk, Alâeddin Camii karşısında küçük bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Bu köşkün ü kısmı bir balkonla çevrilidir. Kapı ve pencerelerin üzerinde ahşap ve meyilli bir çatı vardır. Cephesi çinilerle kaplı olan köşkte. bu gün sadece bunların izleri kalmıştır.Kayseri yakınlarında Keykubadiye ,Sarayı, yine Kayseri'de Haydar Bey Köşkü ve Hızır İlyas Köşkü bulunmaktadır.

Sosyal Bilgiler Öğretmeni İbrahim Başak (Kervanci63)


www.HalilAlpaslan.COM http://www.ders.org/toplist/



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol